Bayramlar ya din kökenlidir ya da millidir!
Yani esas itibarıyla, kendi seçmediğimiz, doğuştan bize atfedilen kimliklerin vurgulanmasıdır bayramlar!
Hiçbirimiz nerede, ne zaman, hangi coğrafyada, hangi genetik mirasla, hangi
devlette, hangi millette, hangi ailede, hangi anne ve babadan doğacağımıza karar veremiyoruz...
Ama doğar doğmaz bir din/mezhep ve ırk/millet kimliği ile damgalanıyoruz ve istesek de istemesek de bu iki kimlik bütün hayatımız boyunca bizi takip ediyor!
Elbette kendi seçmediği bu iki kimlikten birini veya her ikisini birden reddedenler var...
Ama aile ve toplum beynimizi öylesine yıkıyor, bizi öylesine koşullandırıyor ki, bunu yapanlara pek fazla rastlanmıyor.
Burada vurgulamak istediğim konu, bayramların ister dini olsun, ister milli, bir “kimlik dışavurumu” olduğudur.
Şimdi işin en ince noktasına, “zurnanın zırt dediği konuya” geliyoruz:
İnsanlığın, Tarım ve Endüstri Devrimlerinden sonra eriştiği üçüncü aşama olan Bilişim Devrimi’nin siyasal sistemi Çağdaş Demokrasi (Siz isterseniz buna “Çoğulcu” veya “Özgürlükçü Demokrasi” de diyebilirsiniz), bütün bu kimlikleri eşit kabul ediyor.
Bu kabulü de hem devletin (siyasal iktidarın) bütün eylem ve söylemlerini eşitlikçi ve özgürlükçü eksenlerde kontrol eden Anayasa Mahkemeleri aracılığıyla hem de devletvatandaş ilişkilerine ek olarak vatandaşlar arasındaki ilişkileri de özgürlük, eşitlik ve adalet eksenlerinde düzenleyen bağımsız yargı mekanizmalarıyla gerçekleştirmeye çalışıyor.
Türkiye’de, zaten hiçbir zaman tam anlamıyla kurulamamış ve gerçekleştirilememiş olan, ama hiç olmazsa h...