Burjuvazi, çağdaş insanlık tarihinin ilk devrimci sınıfını oluşturur:
Din-tarım devletine ve onun temelini oluşturan toprak ağalığına son vermiştir.
Üstelik orada da durmamış, kendi gelişmesine koşut biçimde zorunlu olarak yarattığı işçi sınıfı ile demokrasinin de önünü açmıştır.
Aslında demokrasi, burjuvazinin toprak ağalarına karşı mücadelesi ile değil, işçilerin burjuvaziye karşı olan savaşımı ile kurulmuştur.
İşçi sınıfının ortaya çıkışı Marksizmi üretmiş, Marx’ın haber verdiği çelişkilerle dolu dünyayı ise işçilerden önce burjuvazi idrak etmiş ve bu çelişkileri hafifletmek için kendine çekidüzen vermeye koyulmuştur.
Demokrasi ve insan hakları, teknolojik ilerlemeler sonunda ortaya çıkan bütün bu sınıfsal mücadeleler sırasındaki kanlı olaylar ve siyasal devrimlerle gelişmiştir.
Bu gelişmede, çöken bir rejimin altında kalarak tümüyle yok olmamak için, elindeki sermayenin sömürüsünü kabul edilebilir sınırlara çekmeye razı olan “akıllı” burjuvazinin rolü büyüktür.
***
Osmanlı İmparatorluğu, yukarda kısaca özetlediğim Endüstri Devrimi’nin gelişme çizgisini kaçırmış, din-tarım imparatorluğu aşamasında patinaj yaparak, yozlaşarak ve yıpranarak sonunda yok olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının mucizevi bir biçimde kazandıkları Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, altyapısı olmadığı için yine mucizevi diyebileceğimiz bir biçimde kurdukları Türkiye Cumhuriyeti, nihai olarak, Batı’nın Endüstri Devrimi sonrasında ulaştığı “demokratik çağdaş ulusal devlet” aşamasını amaçlıyordu.