(Anı, olay ve çözümleme karışımı oldukları
için, bu diziyi, net ve kısa cümleli köşe yazılarım gibi değil, bir
roman üslubuyla, uzun ve karmaşık cümlelerle yazıyorum. Bazen de
simgesel ifadeler kullanıyorum; “ABD’nin adayı Özal” gibi.
Biraz dikkat rica ederim!)
Beni ilk kez, araya sekreter
koymadan telefonla doğrudan arayan lider
Bülent Ecevit’tir.
O nedenle, 1980’li yılların ortalarında, 12
Eylül Askeri Darbesi’nin beni (üstelik de sakal baskısı
maskaralığıyla) savurduğu Hürriyet’te çalışırken,
ısrarla çalan telefonu açtığımda karşımda Bülent
Bey’in “Emre Bey size ulaşmak ne
kadar da zormuş” diyen sesini duyunca doğrusu pek de
şaşırmamıştım.
(Aslında bana ulaşmak hiç de zor değildi ama,
Bülent Bey direkt numarayı
bilmediği, gazetenin santralından aradığı için ulaşması uzun
sürmüştü.)
Rahşan Hanım’la birlikte
İstanbul’a geleceğini, benimle de görüşmek istediğini söyledi;
Tarabya Oteli’nde buluşmak üzere sözleştik.
***
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi bütün
Demokratik oluşumlarla birlikte elbette sol siyasetin üzerinden de
buldozerle geçmiş ve en büyük oy potansiyelini temsil ettiği için,
özellikle CHP’yi düşman bellemişti.
Benim Ecevit’le yakınlığımı bilen
Hacettepe’deki askerci doktor arkadaşlarımın bana “Bu devirde
Komünist ol, Sosyal Demokrat olma” diye
takıldıklarını anımsıyorum.
Askerlerin Başbakan Müsteşarlığını yapmış olan
Necdet Calp, MGK tarafından,
demokratik solu derleyip toparlamak için kurdurulan Halkçı
Parti’nin Genel Başkanlığı’na uygun görülmüştü.
Bu açıdan CHP’nin oylarını toplamaya aday
olarak tabandan kurulan ve başına İsmet
İnönü’nün oğlu Prof. Erdal
İnönü’nün geçirildiği SODEP, MGK’nin baş düşmanı
idi.
Askerler yine bir emekli generali,
Turgut Sunalp’ı da orta sağın yani Adalet
Partisi’nin mirasına sahip çıkmakla görevlendirmişlerdi.
1980 darbesinden sonra, Milli Güvenlik Konseyi
MGK’nin kapattığı eski partiler yerine kurulan yeni partilerle
baskı altında yapılan ve ABD’nin adayı Turgut
Özal’ın, MGK’nin adayı Turgut Sunalp’a karşı
kazandığı, denetimli 1983 seçimlerinde, CHP’nin oylarını toparlamak
için eski CHP’liler tarafından kurulan SODEP’in Genel Başkanı Erdal
İnönü, CHP mirasına Necdet Calp’ın Halkçı Parti’si aracılığıyla el
koymak isteyen MGK yani Evren ve arkadaşları
tarafından yasaklanmış, böylece parti büyük bir darbe
yemişti.
Seçimlerden bir süre sonra 12 Eylülcülerin
Genel Başkan yaptıkları Necdet Calp’ın yerine
Halkçı Parti’nin başına Aydın Güven
Gürkan seçilince, soldaki dağınıklığı önlemek, CHP’nin
mirasını sürdürmek için iki parti birleşmek kararı almışlardı.
Nitekim kısa bir süre sonra SODEP ile Halkçı Parti, Aydın
Güven Gürkan’ın büyük bir özverisi ve bilgece tavrı ile,
Erdal İnönü’nün genel başkanlığında SHP adı
altında birleşip CHP geleneğine sahip çıktılar.
***
İşte tam bu oluşumlar
sırasında, solda siyaset yapmak isteyen
ama CHP defterini (dünkü yazımda
belirttiğim nedenlerle) kapatmış olan ve
ayrıca eski liderlerle birlikte MGK
tarafından siyaset yapması
yasaklı bulunan Ecevit de harekete
geçmişti.
Tarabya’daki konuşmamızda, Bülent
Bey, Türkiye’deki Demokrasi’nin büyük bir tehlike altında
olduğunu, 1982 Anayasası ile yaratılan Anti Demokratik yapının
ancak Demokratik Sol siyasetin geniş kitlelere mal edilebilmesiyle
aşılabileceğini, mevcut sol siyasal yapının ise bölünmüş ve dağınık
bir görünüm sergilediğini ve böyle bir bilinçlendirme görevini
yerine getiremeyeceğini söyledi.
Rahşan Hanım’la birlikte
yeni bir parti kurma girişiminde
bulunacağı anlaşılıyordu.
Üstü kapalı olarak benim
de böyle bir girişim içinde yer alıp
almayacağımı sorguladı.
Ben de Türkiye hakkında yaptığı bütün
tespitlere katıldığımı, sol hakkındaki eleştirilerinin de haklı
olduğunu, ama zaten dağınık olan sol siyaset içinde yeni bir parti
kurmanın bu dağınıklığı toparlamak yerine arttıracağını düşündüğümü
belirterek, onun üstü kapalı bir biçimde sorduğu soruya, yine üstü
kapalı bir biçimde ve elbette çok saygılı olarak olumsuz bir yanıt
verdim.
***