Arzu Azer, Prof. Erol Manisalı üzerine bir kitap yazmış:
“Anılarda Gizli Kalan Bir Aydının Portresi: Erol Manisalı”, Derin
Yayınları, 2016.
Okuyunca, izlenimlerimi mutlaka okurlarımla da paylaşacağım.
Manisalı ve ben (Murat Belge, Doğu Perinçek, Ataol Behramoğlu ve
bizim gibi 1940’ların başında doğmuş olanlar) geçici, geçici olduğu
için de sahte bir özgürlük ortamında yetiştik:
Demokrat Parti’nin koyu baskısından, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü
yapısı ile kurtulduğumuzda ikimiz de üniversite öğrencisi idik.
Dolayısıyla, baskıyı ve özgürlüğü birlikte gördük:
Akademik yaşamımızı 1961-1971 arasındaki olağanüstü 10 yılda,
özgürlükçü ve demokrat bir anlayışla biçimlendirdik!
1971’de yediğimiz darbe tokadı bile aklımızı başımıza getirmedi,
ama arkadan 1980 darbesi bir buldozer gibi gelip hepimizi iyice
ezdi.
Ama hâlâ akıllanmadık:
Demokrasi ve özgürlük uğruna çalışıp duruyoruz!
Manisalı, askeri darbeler yetmiyormuş gibi, bu yüzden bir de sivil
darbe yiyip AKP dön eminde hapse de girdi!
***
1961-1971 arasındaki 10 yılın olağanüstü niteliği sadece
özgürlük ortamından kaynaklanmıyordu:
Ülke bu on yılda yeni arayışlara yönelmişti:
1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısı, İslamcılar ve Marksistler
başta olmak üzere, sağda ve solda yeni arayışları, oluşumları
gündeme getirmişti!
Uluslararası konjonktür de bu arayış ve oluşumlara uygun bir ortam
yaratmıştı:
Fransa’daki 1968 gençlik olayları, Herbert Marcuse’nin Marksizmi
yorumlayan bir filozof olarak yükselişi, Samir Amin ve Immanuel
Wallerstein gibi düşünürlerin dünyadaki sömürü düzenine karşı
oluşturdukları kuramların etkileri Türkiye’de de kendini
gösteriyordu.
Marksist İşçi Partisi Meclis’e girmiş, çarpıklıklar ve yolsuzluklar
üzerine kurulu düzenin tozunu attırıyordu...
DİSK güçlü bir işçi konfederasyonu olarak siyaseti etkiler hale
gelmişti.
Kürt milliyetçiliği yeni yeni filizlenmeye başlamıştı.
İşte bu ortam içinde, “Ortanın Solu” sloganı ile kendini yenileyen
CHP’ye ve Marksist İşçi Partisi’ne ilave olarak Yön (sonradan
Devrim olarak devam etti), Aydınlık (sonradan Çin ve Sovyetler
arasında bölündü) ve Birikim gibi üç dergi, Sencer Divitçioğlu ve
İdris Küçükömer gibi iki iktisatçı, Doğan Avcıoğlu gibi bir
gazeteci-yazar solda yeni arayışların odakları olmuştu.
Divitçioğlu, Marx’ın ünlü “beş aşamalı toplumsal gelişme şemasına”,
Osmanlı’dan hareketle, Asya Üretim Tarzı (AÜT) veya Asya Tipi
Üretim Tarzı (ATÜT) denilen bir yeni yorum getirmişti. Tarihe,
toplumbilime uygun, Marksizme özgün katkı yapan bir yorumdu bu!
Küçükömer, solun halktan kopukluğunu, muhafazakâr sağa yaklaşarak
aşmak istemiş, salı günü bu sütunda açıkladığım biçimde, yanlış bir
yorumla, yanlış arayışlara yönelmişti.