Bugün “Milliyetçilik ve Soykırım” dizisinin onuncu yazısını yazıyorum...
Dokuzuncu yazıyı geçen pazar bu konuda yeni yayımlanmış dört kitap konusunda yazmıştım.
Evren’in ölümü gibi güncel olaylar araya girince ara verdiğim bu dizinin sonuna geldim artık... Bundan sonra, “Tehcir bir soykırım mı idi” başlıklı on birinci yazıyla konuyu şimdilik noktalamayı düşünüyorum.
Ama bu son yazıdan önce yine biraz tarih ve biraz hukuk felsefesi yapmak zorunluluğunu hissettim:
Unutmayalım, her savaş aslında bir ya da birden çok soykırımdır!
***
İkinci Dünya Savaşı sırasında herkes Nazi Almanyası’nın Yahudilere yaptığı Holokost’u bir Soykırım olarak kabul ediyor...
Peki savaşın sonunda, Japonya’yı dize getirmek için Amerika’nın attığı iki atom bombası eylemi hangi tanıma girer?
İsterseniz biraz daha gerilere gidelim, İngilizlerin Avustralya ve Tasmanya adalarını sömürgeleştirdiği günlere...
Avustralya ve özellikle de Tasmanya’da Aborijinlere uygulanan yok etme (extermination), tam bir soykırım olarak görülebilir.
Biraz daha geri gidilirse artık mizah sınırlarına ulaşır, yarı şaka yarı ciddi, Amerikalılara söylenen “Ama siz de Kızılderililere soykırım uygulamıştınız” noktasına gelirsiniz.
Daha da geriye gittiğinizde ise Osmanlıların kucak açtığı Yahudileri ve Müslümanları İspanya’dan süren Ferdinand ve Elizabeth’le, Katoliklerin yaptığı ikili soykırımla karşılaşırsınız.