Şerif Mardin’in ölümü üzerine yazdığım bu yedinci yazı.
Mardin, hataları ve sevaplarıyla, katkıları ve yanlışlarıyla, benim çok yakın çalıştığım, kendisinden çok şey öğrendiğim, yetişmeme katkıları olmuş önemli bir bilimciydi.
Ölümü üzerine kulaktan dolma bilgilerle yapılan değerlendirmelerden rahatsız oldum; kendisi hakkında bazı anılarımı ve değerlendirmelerimi yazdım...
Bu arada yine büyük bir üzüntüyle gördüm ki, toptancı, keskinlik iddiasında olan yaklaşım, Şerif Bey üzerine yazdıklarımdan dolayı beni de hemen yargıladı, kendi kafalarında mahkûm etti.
Doğrusu bunlar beni pek de etkilemiyor...
Sadece, önem verdiğim, bu nedenle de desteklediğim bazı yazar-çizer arkadaşlarımın toptancı yargılarla aynı basitlikleri paylaşmaları kendileri için üzülmeme yol açıyor.
***
Şerif Mardin’in, Said Nursi kitabı, ne yazık ki, yanlış bir yargı, yanlış bir varsayım üzerine dayalı:
Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması ile tekke ve zaviyelerin kapatılmasının, devlet ile vatandaş arasında, din vasıtasıyla kurulan sıcak (Toplumbilimin “Birincil ilişki” dediği, nitelikteki aile içi ilişkilerdeki bağlara benzeyen) bağları yok ettiği ve bunun bireyleri toplum içinde “haritasız”, “kılavuzsuz”, “yol göstericisiz” bıraktığı varsayımı kitabın ana ekseni.
Burada üç yanlışı bir arada görüyoruz:
1) Cumhuriyet, halifeliği ve saltanatı kaldırarak, tekke ve zaviyeleri kapatarak devletin din üzerinden vatandaşla kurduğu bağları yok etmemiştir.
Tam tersine, Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Okulları ve benzeri yeni kuruluşlarla toplumun din üzerinden sahip olduğu değerlerin devlet tarafından sahiplenildiğini göstermiştir.