“Diplomasi,
savaşın silahsız devamıdır” derler...
“Savaş, diplomasinin
silahla devamıdır” sözü
de elbette geçerli.
Gerek savaş gerekse diplomasi, bağımsız bir devletin güvenliğini ve
refahını korumak ya da sağlamak için, dünya düzeni, büyük devletler
arası dengeler, komşularla ilişkiler, jeopolitik konum gözetilerek
uygulanan, genellikle uzun dönemli stratejik tercihlere dayalı,
birbirinin devamı olan etkinliklerdir.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşu, Mustafa Kemal
Atatürk önderliğinde
eşsizbir savaş ve
diploması zaferidir.
İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımı dışında kalış da büyük bir diplomasi
başarısıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi ve çöküşü sırasında ülkenin
yazgısını belirleyen İngiliz-Rus-Alman rekabeti, Cumhuriyetin ilk
döneminde devamlı olarak korunan bir tarafsızlık politikasına temel
olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Stalin döneminde Sovyetler
Birliği’nin Boğazlarda üs ve ortak savunma, Kars ve Ardahan’dan da
toprak talepleri, Türkiye’nin bütünüyle Batı’nın kucağına
savrulmasına yol açmış, Kore Savaşı, NATO ve CENTO üyelikleri ile
bu savrulma askeri olarak da pekiştirilmiştir.
***
Bütün bu süreç devamınca Türkiye Cumhuriyeti komşularıyla iyi
geçinme politikası izlemiş, tarihsel kökleri olan Ermeni sorunu ve
sonradan politika sahnesine çıkan PKK terörü dolayısıyla yaşanan
problemler dışında, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu “Şeytan
üçgeninde” demokratik ve laik bir devlet yapısı içindeki tek
Müslüman toplum olarak denge ve model niteliğiyle dikkati
çekmiştir.
Bu çerçevedeki büyük başarılarından biri, Arapİsrail çatışmasındaki
dengeli, akılcı ve barışçı tutumu olmuştur.