Özgürlük ve Demokrasi,
insanlık tarihinde uğurlarına en
büyük bedeller ödenen iki
kavramdır.
Demokrasi, bireysel özgürlüğün
toplumsallaştırılmış halidir. Onun için
dinci/ mezhepçi veya ırkçı/milliyetçi
çoğunluk diktatörlüğü, demokrasinin en
büyük düşmanıdır.
Bu kavramların gelişmelerini önlemek adına çok
cinayetler işlenmiş, kimi zaman din ve mezheplerin, kimi zaman ırk
ve milliyetlerin arkasına sığınan diktatörler, insanlık tarihini
kana bulamışlardır.
İnsanlığın bu özgürlükçü ve demokratik değişme
ve gelişme savaşımının arkasında kalan Osmanlı, geri kalmışlığının
bedelini işgal edilip yok edilerek ödemiştir.
Bir zamanlar Roma’dan devir aldığı Dünya
İmparatorluğu’nu, bu geri kalmışlığından dolayı sadece İslam
Âlemi’nin Yıldızı olarak sürdüren Osmanlı’nın çöküşü üzerine, yine
bu birikimin bir ürünü olan Gazi Mustafa Kemal
Atatürk:
Bu toplumu, İnsanlık
Âlemi’nin uygarlık düzeyine eriştirmek,
aradaki açığı kapatmak için, bugünkü
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve
bu topraklarda yaşayanlara Özgürlük ve
Demokrasi yolunu açmıştı.
Elbette, henüz Din/Tarım
toplumlarının sömürü düzeni aşamasında,
kulluk ve kölelikle desteklenen bir
Padişahlıktan, Demokrasiyi amaçlayan bir
Cumhuriyet’e geçmek kolay
değildi.
***
On birincisini yazdığım ve
her pazar “içerdekileri” de andığım bu
yazıda:
Siyasetle “Hapishane”nin,
Demokrasiyle “Adalet”in kesiştiği
noktaları...
Türkiye’de Demokratik
Cumhuriyeti kurmak gibi neredeyse
olanaksız görünen bir görevi üstlenmiş
olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin öyküsü
üzerinden...
Sürdürmeye
çalışıyorum.
***
12 Eylül 1980 Askeri
Darbesi’nden sonra siyaset yapmanın
yollarını arayan Ecevit, 21 Şubat 1981’de
“Arayış” dergisini çıkarmaya
başladı.
Arayış’ın 7. sayısında kaleme aldığı ve 12
Eylül yönetimini işkence yapmakla suçlayan
“İşkence” başlıklı yazısı, derginin kapatılmasına
neden oldu.
30 Mayıs 1981’de çıkan 15. sayısında ise
Ecevit, muhalefetin dozunu daha da yükselterek
şunları söylüyordu:
“İnsanlar bir ölçüye kadar
özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme
katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe
katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile
haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve
tepkisini hiç beklenmedik bir ölçüde açığa
vurabilir.”
Bunun üzerine Milli Güvenlik
Kurulu 2 Haziran 1981’de, 52 numaralı
bildiriyi yayınladı:
Bu bildiri “11 Eylül 1980 tarihinde,
parlamento üyesi bulunan siyasi parti mensupları
ile her kademede siyasi parti yöneticisi ve
mensuplarının Türkiye’nin geçmiş veya gelecek
siyasi veya hukuki yapısıyla ilgili olarak kendi
anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı
beyanda bulunmaları veya makale yazmaları ve bu
amaçlarla toplantı yapmalarını” yasaklıyordu.
Ecevit bu bildiriye aykırı
davranmaktan 3 Aralık 1981’de hapse
atıldı.
2 Şubat 1982’de hapisten çıktı fakat Hollanda
televizyonu NCRV’ye verdiği demeç ve Alman
Der Spiegel dergisine “Atatürk’ün mirası
ve Türk demokrasisinin Hali” başlıklı bir yazısından
dolayı yeniden 2 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı.
***