Bir tarihte benimle röportaj yapan bir hanım arkadaşımız benim
için "Osmanlıca konuşuyor" yazmıştı...
Konuştuğum Osmanlıca falan değil, hanımın sosyetesine yabancı bir
"ortalık Türkçesi"ydi oysa halkın diliydi.(Hanım şimdi onu bunu
"like'lıyordur" bilgisayarında, "check" ediyordur, "delete"
ediyordur, "print" alıyordur.)
Halkımız dolmuştan "müsait" bir yerde iner.
Ve de "tüm, salt, kez, kösnül" gibi kelimeleri bilmez,
kullanmaz.
Şimdi, okur yazar takımını kendi tarihiyle barıştırmak ve burun
kıvırdığı halka azıcık yaklaştırmak için liselerde Osmanlıca dersi
başlıyor.
CHP korkmasın, yalnızca "seçmeli" ders bu, çocuklar mecbur değiller
(yoksa "zorunlu" mu demeliydim?)
Böylece "gam, keder, tasa, elem, yeis, melal, ufunet" gibi herbiri
ayrı anlam taşıyan kelimelerin hepsine birden "kaygı" deyip
geçmezler.
Neyse canım, hiç olmazsa "destur" kelimesini Muhteşem Yüzyıl
dizisinden öğrendiler! Maazallah bir darbe daha olursa "ezan" ile
"sela" arasındaki farkı da öğrenecekler.("Maazallah" ne demek abi?)
Kelime hazineleri müthiş gelişecektir, korkmayın.
Liselerde verilecek ders herhalde "paleografya" dersi
olmayacaktır.
On dördüncü, on beşinci yüzyıl metinlerini okuyup anlayabilecek
kapasiteye kimi zaman profesörler bile sahip olamıyorlar (Murat
Bardakçı dostumuz da bunların yaptığı öküzlükleri her fırsatta
yüzlerine vuruyor, eline sağlık.)
Hat çeşitlerini tanımak, karşılaştıkları cami, türbe, çeşme, mezar
taşı gibi yerlerdeki Osmanlıca'yı hiç olmazsa kör topal
okuyabilmek...
Bu memlekette, Beyazıt'taki "Harbiye Nezaret-i Celilesi" yazısını
"kelime-i tevhid" sanan vardır!