Trommeln in der Nacht... Bertolt Brecht'in ilk oyunu...
O bu deyimi 1918 sonunda ölü doğan Alman komünist ayaklanma
girişimi için kullanmıştı ama...
Biz kendi davul seslerimize bakalım.
Yeri cennet olası hocam Tahir Alangu, geleneklerimiz için
"resistance humaine" derdi, insani direniş...
Bayramlarda tatile gidene çok kızardı. Ev ziyareti beklerdi, ille
eli öpülecek, gelirken de baklava falan getirilecek.
Oruçlu olmasan da huşu içinde iftar topunu bekleyecektin, oruç
tutana saygı gösterecektin...
Bütün bunları, Batı emperyalizmine karşı yerli bir direniş olarak
algılıyordu.
Elimizde kalan üç beş "eski kültür" izi...
Bunlar bizim iyi kötü "ayakta kalmamızı" sağlayan yerli ve milli
çizgilerdi. Eski uygarlığımızdan, Osmanlı'dan kalan
güzellikler.
O zamanlar (altmışlı yıllar) bugünkü gibi geleneklere densizlik
eden pek yoktu.
"İngilizler geleneklerine çok sadıktır" diye
öğretilirdi bize. Pek kimse de bizimkileri çiğnemeyi ya
da yoketmeyi düşünmezdi.
Sonra, ezan sesinden rahatsız olan serseriler türedi.
Oğlunu sünnet ettirmeyi reddeden manyaklar tanıdık.
Ramazan'da rakı içmeyi özellikle marifet sayanlar çıktı.
"Beş vakit namaz çok, üç vakit yeter" diyen
"moderen imamlar" da gördük.
İktidara muhalefet etmeyi, dine karşı çıkmakla
karıştırıyorlardı.
Bekliyorduk, Ramazan geldi, davul ne zaman tartışmaya açılır
diye...
Hem de açtılar.
Açıkça yasaklansın diyebilen az.
Evet, çevremizde amansız bir saat bolluğu yaşıyoruz, cep
telefonunda saat, tablette saat, bilgisayarda saat, televizyonda
saat, kol saati, masa saati, duvar saati...
"Teknik açıdan" sahur davulu çalmaya gerek yok.
Ona bakarsanız minareye çıkmaya da gerek yok.