İlacım gene harikalar yaratmış.
Toplaya toplaya beş bin kişi toplayabilmiş ama zarar yok.
Bu beş bin kişi ellerinde Mahir Çayan ve Yılmaz Güney posterleriyle "cumhuriyet yürüyüşü" yapan arslanlar.
Demek ki bunlara "ne versen" gider.
İlacım da vermiş zaten.
Demiş ki:
"Nazım diyor ya, 'yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim'... Evet, cumhuriyet, insanın insana kulluğunu yok eden bir rejimin adıdır." Kafam karıştı.
Cumhuriyetçi olmak, ilacımın deyimiyle "padişahın kulu değil, Duçe'nin kulu değil, Führer'in kulu değil, reisin kulu değil, sadece ve sadece cumhuriyetin özgür bireyi olmak"mış.
Bunların içinde Ebedi Şef de yok, Milli Şef de yok tabii.
Tek partili, sendikasız, grev yasaklı bir toplumda bireyler özgürmüş.
Peki öyleyse Nazım niçin insanın insana kulluğunun yok edilmesi gerektiğini söylemiş?
Nazım acaba o şiiri padişahlık devrinde mi yazmış?
İnsanın insana kulluğu cumhuriyet devrinde "zaten" yok edildiyse, Nazım daha ne istiyor?
İlacım, Stalin'den sözetmemiş.
(Duçe, Führer falan tamam da, "Birinci Sekreter'e" mazmun uyduramamış olmalı.) Demek ki Stalin devrinde Rusya'da insan insana kul değilmiş. Çünkü Sovyetler Birliği de bir cumhuriyetti.
İlacım daha sonra zırvanın dozunu daha da arttırmış:
"Cumhuriyeti kuranlar ve onun kadroları üç büyük devrime imza attılar:
Cumhuriyeti kurdular, çok partili yaşama geçtiler, sosyal demokrasiyi getirdiler." Çok partili yaşam 1925 yılında ortadan kaldırıldığına göre, o kanunu çıkaran İsmet Paşa ya gizli padişahçı ya da 1925'te cumhuriyet henüz yok! (Paşa 1945'te cumhuriyetçiliğe dönüyor.) Atatürk'ün ve İnönü'nün memlekete "sosyal demokrasiyi getirdikleri" de böylece tarihe not düşülmüş oluyor. Yalan söyleyen tarih utansın.
Yok canım, ilacım Ecevit'ten sözediyor olmalı. ("Kurucu" değilse de "kadro" sayılıyor.) Ecevit bir yere bir şey getirmedi ki... 1974'te parlamento çoğunluğunu bulamadı, 1978 ve 2001'de de getire getire ekonomik kriz getirdi.
İlacım sözlerini şöyle bitirmiş:
"Eğer bir bedel ödemek gerekiyorsa, sözüm söz, o bedeli önce ben ödeyeceğim." Ödeyeceksin tabii. Yalanın, zırvanın, haddini bilmezliğin bedeli sandıkta elbet ödenir.
Çünkü, "güçler ayrılığı olmadığında, bir kişiye bütün gücü yıkarsanız, bir kişi bütün yükü alırsa, 'sadece benim söylediklerim doğrudur, herkes ona uymak zorundadır' derse..." lafınla, aslında Atatürk'e yükleniyorsun.