Cumhuriyet Halk Partisi'nin doksan ikinci kuruluş yıldönümüymüş. Böyle durumlarda yapıldığı üzere parti başkanı ve "beraberindeki heyet"
Anıtkabir'e gitmiş, çelenk koymuş, saygı duruşunda bulunmuş.
Deftere de birşeyler yazmışlar tabii, Atatürk'ün gece yattığı yerden kalkıp okuması için.
Bu yazıda Kılıçdaroğlu, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti modeli" olduğunu iddia etmiş. Atatürk'ün kurduğu buymuş. Ortadoğu'da ve dünyada milyonlarca insana da ilham veriyormuş üstelik.
Hayır, değildir. Ortadoğu'da kimseye de ilham milham vermiyor. (Kime ilham veriyor, İran'a mı? Darbeci Sisi'ye mi? Suudi Arabistan kralına mı? El Kaide'ye mi, IŞİD'e mi, PKK'ya mı?)
Demokratik olsaydı, daha ikinci yılında bütün muhalif partileri kapatmaz, muhalif gazetecileri İstiklal Mahkemesi'nde yargılamazdı...
Kurtuluş savaşında "asker kaçaklarını yargılamak" üzere kurulmuş olan İstiklal Mahkemesi, savaş bitince bu kez "her renkten bütün siyasi muhalefeti yargılayan" bir mekanizmaya dönüştürülmüştü.
Demokratik olsaydı, memleketi tam yirmi yıl tek parti diktasıyla idare etmezdi.
Türkiye Cumhuriyeti bir "sosyal hukuk devleti" olarak da kurulmamıştır. Öyle olsaydı, grev ve lokavt haklarını yasaklamazdı. Öyle olsaydı, sendikaları da yasaklamazdı.
Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir zaman "sosyaldemokrat" da değildi. Onu öyle yapmaya çalışan ama beceremeyen Ecevit olmuştur.
Bu parti bir memur partisidir, o kadar.
Bu parti başlangıçta "memurla eşrafın zoraki evliliği" halindeydi. (Niçin "zoraki" olduğunu merak ediyorsanız Ermeni kırımına kadar gidiniz.) Palazlanan ve "artık CHP'nin koruyucu kanatlarına ihtiyacı kalmayan" eşraf 1945 yılında bu ittifaktan koptu, kendi partisini kurdu ve bir daha da geri dönmedi.