Bu tür politika tarihte kalmalıdır.
Kürsüden ona buna bulaşarak seçmene göz kırpmak, "tribünlere"
oynamak yani... Kendini yedek kulübesinin dışına atan teknik
direktörün "kameralara oynaması" gibi. Nedir o öyle, takımı gol
atınca kazık kadar herif zıp zıp zıplamaya başlıyor...
Küfür etmek, şaklabanlık yapmak, diyelim "hayat pahalılığını"
protesto etmek için kürsüye pırasa soğan patates çıkarmak...
Ayakkabısını çıkarıp kürsüye vurmak ve ortalığı kokutmak falan...
Hruşçof (Kruşçev) yapardı hani, hem de Birleşmiş Milletler'de.
Kravatını beline bağlayıp çıkan da görmüştük, kendince
"Batılılaşma"yı protesto ediyordu.
Bu politikada köylülüktür.
Bu, "kürsüde söyleyecek doğru dürüst iki lafım yok, biraraya
getirmeyi beceremiyorum" demektir.
Bu "espri de yapamıyorum" şeklinde bir aczin ifadesidir.
Bu, "ben bu meclise yakışır bir adam değilim" anlamına gelir.
Bir seçim şu partiden, öbür seçim bu partiden, daha başka bir seçim
bağımsız girmek meclise... "Ben güvenilir ve tutarlı bir adam
değilim" mesajını verir.
Konstantin Stanislavski, genç tiyatroculara "kendinizde sanatı mı,
sanatta kendinizi mi seviyorsunuz, karar verin" demişti.
Bunlar da "kendimde politikayı değil, politikada kendimi seviyorum"
der gibidirler.
İlle meclise girecek... Bir dönem şu partiden, öbür dönem bu
partiden, ara sıra da bağımsız.
Girecek de orada ne işe yarayacak?
Muhalefetin "kafa sayısını" arttıracak.
Gazetelerde adı geçecek, televizyonda görünecek.
Ara sıra adam yerine koyacaklar da demeç alacaklar.
Herkes de onu "bir şey" sanacak.
Bol bol da mahkemelik olacak şununla bununla...
Bir yandan da "transfer" kollayacak, Galatasaray'dan Fener'e gider
gibi.
Günün birinde her canlı gibi ölüp gidecek.
"Renkli bir kişiliği vardı" diyecekler arkasından.