Altmışlı yıllarda müthiş bir "köy, köylülük ve köycülük"
modası vardı...
Duvara asılan makrameler, bağlamalar, tahta kaşıklar, yün çoraplar,
Cahit Atay'ın köy oyunları, "İnce Memet" romanı, "Madımak" ve
"Burçak Tarlası" türküleri...
"Kırlardan şehirlere" safsatası ciddi olarak birçok sosyalistin
kafasını yoruyordu...
Yetmişli yılların başında bürokrasinin tokadını yiyince ayaklar
suya erdi.
Bu moda, kırklı yılların CHP zihniyetinin 1960'ta vesayet yeniden
kurulduktan sonra tıpatıp "yeniden üretimiydi", bu sefer sosyalizm
sosuyla.
O camiada devrimci kızlar hep birer "bacı"...
İlişki de ancak "devrim nikahıyla" kurulabiliyor...
Artık geçmiştir sanıyorduk.
Bir de baktık, dimdik ayaktaymış.
Memur gazetesinde ciddi ciddi köy okullarının kapatılmasının
"tarımı öldürdüğü" iddia ediliyor.
Kentlere akın olunca üretim durma noktasına gelmiş.
Böylece, Köy Enstitüleri'nin "köylüyü köyünde tutmak için"
icat edilmiş bir atraksiyon olduğunu farkında
olmadan kabul ediyorlar.
Farkında değiller çünkü düşünmezler, öğrenmezler, sorgulamazlar,
kendilerine dayatılanı papağan gibi tekrarlarlar.
Okullar kapatılınca "köy yaşamı" hepten bitmiş.
O yaşam, İstanbullu Necmi Paşazade Ahmet Bey'in köylü Ayşe'de
bulduğu yaşam olsa gerek... Bir operet fantezisi...