Televizyonculuk serüvenim, SABAH'tan ayrılıp Star TV'nin yan
kuruluşu Teleon'a geçtiğim 1992 başında başladı, sekiz yıl
sürdü.
Bu sekiz yıl boyunca her fırsatta "seçim dönemlerinde özel
televizyonlarda her türlü siyasi reklamın serbest olması
gerektiğini" savundum. Savunmak ne kelime, haykırdım, tepindim.
Demokrasi buydu, liberalizm bunu gerektirirdi.
Bu yüzden, Yüksek Seçim Kurulu'na sözde "hakaretten" yedi buçuk ay
hapis bile yedim.
Türkiye, bizim dalga boyumuza 24 yıl sonra nihayet geldi!... Seçim
dönemlerinde gerek TRT'nin gerekse özel televizyonların yayınlarına
karışılmamasını sağlayacak kanun çıkmak üzere. Türkiye böylece,
"siyah-beyaz tek kanallı TRT" devrini bir anlamda daha geride
bırakmış olacak.
Yani, televizyon yayınlarına RTÜK karışacak, YSK değil. (Eh, bir 24
yıl sonra da RTÜK kalkar inşallah...)
Böylece, "bu memleketin başbakanını televizyon programına çıkardığı
için vahşi cezalar yeme" kepazeliği de sona erecek.
İsteyen başbakanı çıkarır, isteyen en kıytırık partinin başkanını,
isteyen anasını danasını, isteyen de göbek dansözü... Şu şu kadar
konuştu, bu bu kadar oynadı diye dakika ve saniye hesabı da
yapılmaz.
Cumartesi akşamı güneş batana kadar, nasıl her yerde her türlü
propaganda serbestse, televizyonda da serbest olur.
RTÜK de, siyasetçilerin konuşmalarında "ahlaka aykırı" bir şey var
mı, ona bakar... Örneğin Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanına küfür etmiş
mi, bu gibi konuları araştırır.
Hangi kanalın kimin konuşmasına kaç dakika ayırdığının tasası da
örneğin Aydın Doğan'ın uşaklarına kalır. Çatlıyorlar.
İsteyen yönetici istediği kadar yer verir politikacılara, istemeyen
hiç vermez.
Yani, yetmişli yılların o "histerik" havasına da geri dönülmez.
TRT o zamanlar tarafsızlık uğruna her önüne gelene söz veriyor,
biri konuşunca ötekiler susamıyor, haberlerden sonra bir "sidik
yarışı kuşağı" ortaya çıkıyor, kafa ütülüyor, yayınlar ruh
sağlığımıza ciddi bir tehdit oluşturuyordu...