Bir senedir kendi kendime Rusça çalışıyordum, gençliğimizde bize
yasaklanmış olan Rusça... Altmışlı yıllarda aklımızdan bile
geçiremezdik, duyulursa başımız derde girerdi...
Bayağı da ilerlemiştim, Puşkin'den şiirler ezberlemiştim, kendi
kendime terennüm ediyordum:
"Ya vas lyubil, lyubov işio, bıyt mojet,
V duşe mayei ugasla nie savsiem..."
Seviyordum sizi, ve bu aşk belki içimde sönmedi
bütünüyle...
"No pust ana vas bolşe nie trivojit,
Ya ni haçu pyeçalit vas niçiem."
Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi, istemem üzülmenizi hiçbir
şeyle...
Şarkılar öğrenmiştim, kendi kendime söylüyordum: "Gari gari, maya
zviezda..." Parla, parla benim yıldızım...
Kafamı gözümü yara yara Çehov okumaya çalışıyordum: "Uviditye
atsiuda kuda-nibut İrinu Nikalayevnu. Dyela v tom, şto Kanstantin
Gavriloviç zastrielilsa."
İrina Nikolayevna'yı buradan götürün, mesele şu ki Konstantin
Gavriloviç kendini vurdu. ("Martı" oyununun finali.)
Saint-Petersburg'da "Dostoyevski'nin evini
gezelim" dediğimde bazı gazeteci arkadaşlar yüzüme mal gibi
bakmışlardı...
Ben de onlarsız gidecektim yeniden. Moskova'yı ve Petersburg'u
yıllar sonra yeniden görecek, şöyle kendi gönlümce bir daha
gezecektim.
Gorbaçov döneminde gördüğüm Moskova'da dükkanlar tamtakır,
kelimenin gerçek anlamıyla tamtakırdı, lokantalar akşam saat
sekizde, "mesai bitiminde" kapanıyordu. Açık olan birkaç
yere de üç hafta öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyordu. Aç
kalmıştık.
1 dolar resmi kurda 1 ruble 35 kapik, karaborsada tam 35 rubleydi.
Son olarak 69 ruble 30 kapikmiş, geçen gün okudum.
Yok, "Nataşa" kovalayacak yaşımız geçti tabii.
Sonra, yıllar sonra, Petersburg'daki otelin resepsiyonunda,
göğsünde Nataşa yazan kızcağız Türk olduğumuzu
öğrenince "Antalya çok güzelmiş, bu yaz gitmeyi düşünüyorum,
tavsiye eder misiniz?" diye sormuştu.