ltılı masanın "anayasa sunumunda" Temel Karamollaoğlu'nun dinlerken dinlerken içi geçmiş ve mışıl mışıl uykuya dalmış...
Bu da söz konusu masanın ne kadar ciddiye alınması gerektiği hakkında bir ipucu veriyor.
Ucunu koyuverin, ipin gerisi de geliyor:
Cumhurbaşkanını halk mı seçsin Meclis mi diye uzun uzun tartışmışlar, sonunda "Halka verilen bu yetkinin şimdi geri alınmasının psikolojik bir etkisi de olacaktı" deyip değiştirmemeye karar vermişler!
Yani gene halk seçecek ama beş yıllığına değil yedi yıllığına.
Halk seçecek ama yetkisi olmayacak.
Böylece "güçlendirilmiş" oluyor herhalde.
Bunun bir adı vardır ama ona "yarı başkanlık sistemi" denir.
Fransa'da olduğu gibi. Ama orada başkan güçsüz değildir.
Başkaca... Kimseyi ilgilendirmeyen "gensoru" gibi yenilikler geliyor...
Bakanlar Meclis üyesi olacaklar.
Kimseyi ilgilendirmeyen bir diğer yenilik:
HSYK ikiye bölünüyor, HYK ve SYK oluyor.
YÖK kalkıyor, YÜK oluyor...
RTÜK'e gazeteciler ve akademisyenler seçiliyor. (Kimler olacağı şimdiden bellidir.
Herhalde bendeniz değilim.) Yüzde 1 oy alan siyasi partiye bile devlet yardımı sağlanarak Babacan ve Davutoğlu gibi isimlerin yolsuz kalmaları önleniyor...
Kadına şiddetten hüküm giyen milletvekili olamayacakmış. Lumpenler çok üzülmüşlerdir.
Bütün beklentileri bir Meclis koltuğuydu.
Bununla ne biçim oy alırlar...
Peki ya aday? Aday maday yok.
"Şubattan sonra" çıkacakmış.
BİNAENALEYH BIRAKAMAZ, BIRAKMIYOR, BIRAKMAYACAK MI?
Cumhurbaşkanının görev süresini beş yıldan yedi yıla çıkarmak isteyen Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanının niçin "egosunun esiri" olmaması gerektiğini de bir örnekle anlatmış:
"Atatürk'ün en güçlü olduğu dönemde Meclis kendisine başkomutanlık yetkisini üç aylığına vermişti."
Evet, öyle oldu.
Peki sonra ne oldu?
Başkomutanlık yetkisi 5 Ağustos 1921 tarihinde verilmiş, üç ayda bir uzatılmıştı.