Bütün kuşaklar 1922 yılında Yunan ordusunu
İzmir'den "denize döktüğümüzü" bilirler...
Şöyle bir algı oluşmuştur: Sanki Yunanlı askerler gelip gelip
Kordon'un kenarında durmuşlar, bir itmişiz, cup cup denize...
Öyle olmamıştır.
Bozguna uğramış ve akın akın şehre sığınmış Yunan birlikleri,
İzmir'i son olarak 8 Eylül akşamı terk ettiler. Denize atlayarak
değil, gemilerle.
Yunanlı vali Stergiadis'in resmi bildirisiyle, "şehirde Yunan
idaresi 8 Eylül akşamı saat 22.30'da sona erdi"...
Uşak ve İzmir yönünde batıya kaçamayanlardan bir kısmı zaten
cepheden kuzeye doğru Kütahya üzerinden Mudanya'ya çekilmiş, oradan
gemilerle Tekirdağ'a geçmişti.
Kalanlar da yarımada boyunca Çeşme ve Urla'ya doğru kaçtılar,
oradan Sakız ve Midilli'ye geçtiler.
Onları daha fazla kovalayamadık, takatimiz kalmamıştı, zaten buna
gerek de yoktu. Amacımız Yunanlı öldürmek değil, gitmelerini
sağlamaktı.
Bunda utanılacak ya da kınanacak bir şey de yoktur. 1944 yılında
müttefikler de gelmiş gelmiş Belçika'da durmuşlardı, hem yorgunluk
hem de lojistik sorunlar yüzünden...
Yani öyle "yüzme bilmekle, kulaç atmakla" falan
ilgisi yok bu işin. Dökmek "mecazi" anlamdadır.
Herifler şaşıyorlardır, biz ne zaman yüzdük ki?
SİLAHŞÖRÜN GÖLGESİ
CHP'nin bir "parti okulu" var, bilirsiniz..
Okul var da, buradan "mezun olanlar" ne işe yarayacaklar bilen
yok.
Diploması, sınavı, not sistemi olmayan bir garip okul bu.
Bu okulun bir "hukuk çözüm masası" varmış.
Ne çözüyorlar Allah bilir.
Bu masa bir rapor hazırlamış, parti yönetimine "gölge
kabine" kurmasını öneriyor.
İngiltere'de vardır.
Muhalefette bulunan parti, iktidara gelince hangi bakanlığa kimin
atanacağını önceden açıklar. Böylece seçmen neye ve kime oy
vereceğini daha iyi bilir.
İngiltere'de olur, bizde olmaz.