Atacakları slogan da kalmadı, şarkılara sığındılar:
"Unutturamaz seni hiçbir şey..."
İstanbul Barosu tam sayfa böyle demiş, siyah zemin üzerine tabii.
Bunu saymayız, seneye daha başka güzellikler de bekleriz:
"Ben seni unutmak için sevmedim..."
"Mavi gözlerinden muhabbet kaptım..."
"Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü..."
"Nasıl geçti habersiz..."
Yok, basın elbette geleneksel numaralarını da yapıyor: İzindeyiz... Özledik... (Atatürk'ün ölümünden kırk yıl sonra doğmuşsun, nasıl oldu da özledin a teres?)
"Her anını eksiksiz dün gibi hatırlarım..."
Bilmemkaç kupon karşılığı, piyasada kimsenin para verip de almayacağı şişirme kitaplar da dağıtıyorlar. (Çocuğa derslerinde lazım olur.)
Bir de "sevdiği şarkılar" tabii, Yanık Ömer, Vardar Ovası, Aliş'imin Kaşları Kara...
Batılılaşmayı bir dönem radyoda Türk müziğini yasaklayacak kadar ileri götürmüş büyük önder niçin çağın popüler Batı şarkıcılarını, örneğin bir Carlos Gardel'i, bir Josephine Baker'i, bir Maurice Chevalier'yi sevmez ve dinlemezdi? Bu bir çelişki değil miydi?
Hadi onları geçtik, "Alaman olmaları hasebiyle" bir Zarah Leander, bir Lilian Harvey, bir Martha Eggert falan?
Soruyoruz, cevap alamıyoruz. Alabildiğimiz cevap ya "zevkler ve renkler tartışılmaz" düzeyinde "aman aman, sırası mı şimdi, karıştırma bu işleri" kaygısı, ya da "işte Atatürk düşmanı" şeklinde postalcı küfürü.