Gençliğimizde o kadar salak oğlanlardık ki, Atatürk'e "elinde
güç vardı, isteseydi sosyalizmi getirebilirdi, niçin getirmedi"
diye kızardık.
Bunu elli yıl sonra da sürdüren arkadaşlarımız yok değil. "Türkiye
niçin Marksizm-Leninizm'e bir türlü geçmiyor" diye küsüp kıyı
kasabalarına çekilenler oldu. Sigortadan da hayattan da
emeklidirler.
Nasıl bir mantıktı bu? Burjuva sınıfı olmayan, işçi sınıfı
bulunmayan ülkede Atatürk sosyalizmi nasıl uygulayacaktı? (Varolan
sınırlı sayıda "gayrımüslim burjuvanın" çanına bürokratlar kısa
sürede ot tıkadılar gerçi ama...)
Türk soluna özgü bir mantıktı işte, "herşeyi devletten
beklemek!"... Sosyalizmi bile... (Öyleyse Ankara Valisi Nevzat
Tandoğan'a ne diye kızıyorduk?)
Bizi Lenin şaşırtmıştı.
Lenin "Mustafa Kemal Paşa'yı takdirle izliyorum, bir burjuva
devrimi yapıyor" demiş ve Ankara'yı desteklemişti.
Çok kötü yanılıyordu... Yapılan bir burjuva devrimi değil bir
bürokrat devrimiydi.
Daha doğrusu, bürokrat sopasıyla bir "uygarlık değişimi"
programı...
Aslında, 1839 yılında Tanzimat Fermanı'yla başlayan hareketin
"radikal" bir çehreye bürünmesi. O kadar.
Bu, gene gençliğimizin çok gözde bir lafıyla, bir "üstyapı"
devrimiydi.
Bürokratlar, bir yandan gayrımüslim burjuvanın belini kırarken bir
yandan da Türk burjuvası "yetiştirmeye" çalıştılar ama bu çok
sınırlı kaldı. (Aslında buna İttihatçılar "10'lu yıllarda"
başlamışlardı, İaşe Nazırı Kara Kemal eliyle.)
Bu yetiştirilenler, bürokrasinin elindeki devlet tarafından çeşitli
şekillerde korumaya alındılar (gümrük duvarları, ithal ikamesi,
kambiyo rejimi, vb.)
Ortaya, ürkek ve bürokratlara göbeğinden bağımlı bir "zenginler
zümresi" çıktı, burjuva değil. Bu "oligarşiye" aydınlar da (çoğu
farkına bile varmadan) katıldılar.
Burjuva, asıl şimdi şimdi oluşuyor. Bürokrasiyle çatır çatır
çatışarak.
Bu burjuva elbette operaya giden, tablo koleksiyonu yapan Fransız
tipi burjuva değildir. Bu gibi alafranga marifetler "Kemalist
İstanbul zenginlerine" bırakılmıştır.
Bu burjuva, Müslüman Anadolu burjuvasıdır.