Gözünüz aydın, Oscar'a girdik.
Dereceye değilse bile mutfağına girdik.
Bu Oscar ödüllerini çok matah bir şey sanıyoruz ya... Tıpkı Nobel
gibi...
Orada sözü geçecek bir tek film bile üretemiyoruz.
Her yıl kendimizce aday gösterdiğimiz filmimiz bizim burada çok
pohpohlanıyor, çok abartılıyor ama orada dikkate alınmıyor. Ön
elemeyi geçemiyor.
Zaten bir tek dal söz konusu... En iyi yabancı film dalı... Onun
dışında hiçbir alanda yarışmaya katılman mümkün değil.
Niçin en iyi yabancı filmi bir türlü üretemiyoruz?
Niçin Fransa ve İtalya'da "entel eleştirmenlerin" gönlünü
fetheden karanlık ve sıkıcı filmler üstatları Nuri Bilge
Ceylan ve Ferzan Özpetek dışında, şöyle
ağzı burnu düzgün bir film yapıp da kendinden söz ettiren
bir yönetmenimiz yok?
Yılmaz Güney mi diyeceksiniz? Sol ölünce o da öldü.
Çağan Irmak diyeceksiniz... Ama o "kaliteli Yeşilçam
sineması" yapıyor.
Olsun, "İspanyol Yeşilçam'ı" yapan ve "gay
zevkini" yansıtan bir Pedro Almodovar niçin
fırtınalar koparıyor da bizimkiler esinti bile yaratamıyorlar?
Bizde kaliteli gay darlığı mı çekiliyor?
Bari birçok İspanyol gibi korku filmlerine yönelsek... Var olmasına
var, korkutmayan korku filmlerimiz ama birbirinden hışır...
Niçin doğru düzgün bir "B serisi" üretemiyoruz?
Niçin televizyon dizilerimizin çoğu birbirinden dıngıl?
Yeşilçam sineması ölünce yepyeni bir sinemacı kuşağı geldi, reklam
sektörünün de yardımıyla "tekniğimiz" çok gelişti. Hele o
aşağılık "dublaj" ortadan kalkıp sesli çekim başlayınca,
yani Batı'nın 1927 yılında başardığını biz ancak seksenli yıllarda
başarınca...
Artık en kofti filmde bile kabak ışık, kelek dekor, şişirme kostüm
yok.
Bu nedenle, hayatta kalan tek tük Yeşilçamcı köşesine çekildi,
artık onlara iş de yok.
Gene de... "İyi" sinema yapılıyor
ama "büyük" sinemayı bir türlü doğuramıyoruz.
Yüzde yüz "yerli ve milli" filmler yapan Ezel
Akay'ın kıymeti de anlaşılmış değildir.
Fakat sevinebilirsiniz: Oscar töreninin mutfağına girmişiz.
Dünyaca ünlü şef Wolfgang Puck pişiriyormuş, biz
tanımıyoruz.
Bu sene Karadeniz pidesi yapacakmış.
Ben onu İstanbul'da fiyakalı bir lokantada "Pizza Mista della
Mare Nera" adıyla yemiştim... Fiyatı beş misliydi elbette.