Hayvanın teki, Profesör Server Tanilli'ye ateş edip sakat
bırakma nedenini kendince şöyle açıklamıştı: "Hocamız
dersteÇaykovski'nin Rus milli marşını çalardı!"
Bu yeni bir cehalet örneği değildi.
Şaşılacak bir rezillik de değildi.
Bunun, günümüzde Putin Ukrayna'ya saldırdı diye Çaykovski'ye,
Dostoyevski'ye yasak getirmekten tek farkı, onların eserlerini
lütfedip(!) yakmamaktır sanırım...
Eski Türkiye'de ot yasak, bot yasaktı.
Rusya'yla yakından uzaktan ilgili her şey yasaktı.
Rus salatasını "Amerikan salatası" yapan işgüzarlar, Rus'la ilgili
hiçbir şeye göz yummuyorlardı.
O kadar ki, Kiril alfabesinin şöyle uzaktan görüntüsü bile
yasaktı.
Ünlü "Türkiye'nin Kalbi Ankara" filminin jeneriği "siyah keçeli
kalemle" baştan sona karalanmış, gösterilmesine ancak bu
şekildeizin verilmişti...
Hele elinde bir Rusça kitabı görsünler, hele öğrenmeye kalk...
Birinci Şube'ye çekerler, ananı ağlatırlardı.
İsterse okuduğun bir "Beyaz Rus" yazarı, örneğin İvan Bunin olsun.
İsterse Soljenitsin olsun.
Hele bir "Demirperde" ülkelerini gezmeye git...
Dönüşte kendini gene aynı şubede bulurdun.
Davarın biri de, sorguladığı adamın "Ben antikomünistim yahu"
ifadesine şöyle cevap vermişti: "Olsun, biz komünizmin her çeşidine
karşıyız!"
Rus edebiyatından yapılan çeviriler "tüfeklikten istifa etmiş eski
tüfeklere" bırakılmıştı... Hasan Ali Ediz gibi...
Maarif Vekili Tevfik İleri'nin bile başını ağrıtmışlar, "Volga
Volga" türküsünü dinlediği için.
Öylesine zıvanadan çıkmışlardı ki, TRT haber bülteninin logosunda
bile orakçekiç arıyorlardı. (Samsun sigarasının paketinde gamalı
haç arayanlar da onlara katıldılar tabii.)
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra lütfen izin çıktı.
Artık zararsız sayılıyor.
Üstelik Rusya'yla ilişkiler gelişip Rusça bilen eleman ihtiyacı
fena halde kendini gösterince...
Çince biraz zor. Ama darısı Arapça'nın başına.
Korkmayın, Arapça öğrenmekle gerici olmazsınız.
Bakın bakalım "Ya burulitaryi alealam, ittihadühu" ne demekmiş?
Ben demedim vallahi, Karl Marx demiş.