Ne küfür etmişlerdi Özal'a, Türkiye'ye mangoyu ve kiviyi tanıttı
diye...
Çünkü benim emekçi halkımın böyle meyvelere ihtiyacı yoktu.
Elma, armut nesine yetmiyordu?
Frenk peyniri getirtti, salata sosu getirtti, ona da
sövdüler.
Ankaralı memur kafası böyle çalışıyordu.
Çünkü dövizcikler gidiyordu...
Döviz harcamak için mi kazanılırdı?
Üstüne yatmak için kazanılırdı. İsmet Paşa öyle yapmıştı.
Sonra aradan zaman geçti, bu sefer de "ejder meyvesine"
taktılar...
Ejder meyvesi ve "çarkıfelek"...
İlle bir kusur bulacaklar ya, Beştepe'de konuklara ejder meyvesi ve
çarkıfelek kokteyli ikram edilmiş...
Bu ne rezaletmiş?
Ejder deyince çağrışımla canavar akla geliyordu ya, bu kötü bir
şeydi.
Oysa iki bin beş yüz liraya lüks baskı kitap alanlar bunları da
merak edip yemek isteyebilirlerdi... Kendi adamları yani...
Halkımız açlıktan kırılıyordu ya...
Antalya'da 44 çeşit tropikal meyve üretiliyormuş.
Vay pis burjuvalar vay. Üretecek başka şey bulamamışlar da...
Başta muz tabii, sonra mango, avokado, papaya, çarkıfelek, liçi,
ejder meyvesi, longan... (Longan nedir yahu? Liçi severim de longan
duymamıştım.) Birkaç yıl içinde bunların ihracatının 1 milyar
doları bulması bekleniyormuş.
Ama bize dolar lazım değil ki...
Bize devrim lazım...
Sovyetler Birliği'nde domates mi vardı, portakal mı vardı? Demek ki
kara ekmek ve hıyar turşusuyla da yaşanabiliyordu.
Her 100 gram çarkıfelek meyvesinde (fruit de la passion) 30 gram
potasyum varmış, bu da günlük ihtiyacın dörtte birini
karşılıyormuş...
30 gram da C vitamini...
Gözde kataraktı, cilt yaşlanmasını ve kırışmasını önlüyor.
Ayrıca içinde bakır, demir, magnezyum ve fosfor da var.
Papaya kanser riskini azaltıyor.
Kalp hastalığı riskini de azaltıyor.
Sindirime de faydası varmış.
Her iki meyve de güçlü birer "antioksidan"...
Hani bir ara moda olmuştu ya, Omega 3 falan...