Hürriyet gazetesi muhalefeti kurtaramayınca hiç olmazsa İstiklal
ve Bağdat caddelerini kurtarmaya çalışıyor... Kiralar çok yüksek
olduğu için birçok ünlü mağaza kapanmış, AVM'lere
kaçıyorlarmış.
Bir süre boş kalınca mal sahipleri kiraları ister istemez
düşürürler, yeni kiracı bulunur, serbest piyasa ekonomisine
güvenin. (Aah, ah, belediyeyi Aylin Hanım kazansaydı böyle mi
olurdu canım? Bunu da söylesene Hürriyet gazetesi...)
Asıl dert Beyoğlu'nun "kimlik değiştirmesi"... (Birbirinden çirkin
binalarıyla Bağdat'ın kimliği zaten yoktu. Şimdi "kentsel dönüşüme"
uğradı, ortalık toz toprak, inşaatın bitmesini bekleyeceksiniz.
Ortaya bambaşka ve çok daha "estetik" bir cadde çıkacak.)
Beyoğlu ölüyormuş. Beyoğlu birkaç kere öldü zaten, Hıncal Uluç'un
dediği gibi birkaç kere elden gitti.
Said Naum Duhani'nin anlattığı o "en eski" Beyoğlu'na bendeniz de
yetişemedim, çocukluk ve gençlik anılarım arasında "6/7 Eylül
yıkımı sonrasının" ahı gitmiş vahı kalmış Beyoğlu'su vardır. Onu
bile hatırlayan çok az kişi kaldı.
Gene de o Beyoğlu'nda mortadellalı ve füme dilli sandviç yenir,
espresso ve kapuçino içilirdi... Sonra İstanbul espressoyu ve
kapuçinoyu bir unuttu, tam otuz yıl hatırlayamadı!
O Beyoğlu bile 1968'den başlayarak öldü. Yetmişli ve seksenli
yıllarda berbat bir lumpen batakhanesine dönüştü.
Şimdi gene ölmeye yüz tutan, Hilmi Yavuz'un sonradan yarattığı
"zoraki Beyoğlu"dur. Çakmadır.
Trafiğe kapatarak ve tramvayı koyarak...
Tam otuz yıl sonra ilk bindiğimde şaşırmıştım, çocukluğumda bana
kocaman gelen tramvay meğerse hap kadarmış!
Fakat "ahali" yerine konulamıyordu.
Gayrımüslimler çoktan terketmişlerdi oraları.
Böylece Beyoğlu, doksanlı yıllardan başlayarak bir "parasız öğrenci
ve çulsuz turist" cenneti oldu. Köylülük ağır bastı, "türkü barlar"
falan peydahlandı.
Eski düzeyinde hiç değildi ama bu bile "kozmopolit" bir ortam
olduğu için çok kişiye hoş geliyordu...