Daha önce çok söyledik ama bir kere daha toparlayalım:
Türkiye'nin güçlenmesini (esas olarak mal satmak amacıyla)
istediler ama çok fazla da güçlenmesini istemediler. Bunun bir
sınırı olmalıydı, o sınırı da kendileri
belirleyeceklerdi.
Amerika, Avrupa, İsrail ve İran'ın çıkarları bu noktada kesişti,
örtüştü.
Ortadoğu'da söz sahibi olmaya kalkan, "kendi kontosuna iş tutan"
bir Türkiye hepsi için tehdit sayılırdı.
Hele bir de Türkiye Rusya'yla, Çin'le "flörte" başlayınca ziller
çaldı.
İşte bu nedenle, birtakım Kemalist ahmaklar "Atatürk Ortadoğu'ya ne
güzel sırtını dönmüştü, şimdi de öyle yapalım" diye yazılar
yazarken, birtakım ajanlar da Ortadoğu politikamızı kıyasıya
eleştirmeye giriştiler...
Hedefte tek adam vardı tabii: Recep Tayyip Erdoğan.
Erdoğan aynı zamanda "gittikçe güçlenen Anadolu sermayesi" demekti.
Böylece, bu rekabetin dizginlenmesini, hatta yokedilmesini isteyen
İstanbul sermayesinin de ayağına basmıştı.
Hepsi biraraya gelip bir "geniş cephe" oluşturdular:
İstanbul sermayesinin sözcüsü Aydın Doğan ve onun paralı
askerleri...
Kendini kullandırtan, ruh ve akıl sağlığı pek de yerinde olmayan,
perde arkasının teşvikiyle boyuna posuna bakmadan bir de hükümet
devirmeye kalkan bir din adamı...
Kimisi o örgütten, kimisi Amerikan gizli servisinden, kimisi Ermeni
diasporasından bile yemlenen, "Kürtler'i gönderelim, biz küçülerek
Avrupa'ya koşulalım" diyen "liberal entel" takımı...