1-İş Sanat’ta etkileyici
bir konser izledik. Magdalena Kozena mezzo
soprano, müthiş ses. Daha önce de dinlemiştim. Bu kez “Orkestra
the Age of Enlightenment” ile sahneydi. “Aydınlanma Çağı
Orkestrası” ilginç uygulamasıyla şaşırttı doğrusu.
Mozart’ın 40’ıncı senfonisini iki bölüme
dağıtmışlar. Bu güne dek böylesi repertuvar tercihine
rastlamamıştım. Senfoniyi anlam bütünlüğü içinde aktarmak değil mi
orkestraların görevi? Parçalanmış eserden nasıl düşünsel, işitsel
haz duymak mümkün olur? Mozart’ı öfkelendirirdi bu durum sanırım.
Hareketli şefleri ilgi ve kuşkuyla izlerim doğrusu. Şef
Giovanni Antonini’yi merakla, biraz da gösterisine
mesafe koyarak izledim. Bir yandan bu satırları yazarken halime
gülüyorum. Memleketin nasıl bataklığın içinde kıvrandığını bilmez
değilim...
RTE İş Bankası’na bu yüzden
saldırıyor. CHP bahane. İş Bankası “Aydınlanma”
çizgisinden ödün vermiyor. İş Kültür Yayınları; Hasan Âli Yücel
serisini yayımlıyor, Cumhuriyetin düşünsel birikimini okura
aktarıyor. İş Sanat dünyanın önemli sanatçılarını İstanbul halkıyla
buluşturuyor. AKP iktidarı bunu tehdit olarak görüyor. İstiyorlar
ki herkes zevksiz, görgüsüz, sevgisiz, cahil olsun.
Abdurrahman Dilipak köşesinde ilk
söven, hedef gösterendi bankayı. İş Bankası bir halkla ilişkiler
firmasıyla anlaşma yapmış, Dilipak’ı ikna etmek için ziyarete
gitmişlerdi. Tuhaf bulmuş, öfkelenmiştim hatta. Koskoca banka,
gericiliğin bayrağı olan yazardan(!) merhamet dileniyor. Kurumlar
gücünün farkında değil. Gerçi böyle diyorum da, CHP varlığından
vazgeçip AKP’ye benzedikten sonra banka ne halt etsin!
İş Sanat’ı önemsiyorum. Gerçi giderek yaşlanan
konser izleyicisi kaygılandırıyor beni. Cep telefonuna mahkûm,
bayağılık içinde debelenen gençlik gürültü dinliyor çoğunlukla.
Çağımız emek isteyen ne varsa düşman. Her şey hızla olup bitsin
isteniyor. Düşünmeye, demlenmeye kimselerin tahammülü yok.
Hazin...
2-Konser öncesi kimi
dostlarla karşılaşmak mutlu eder insanı. Aklıma AKM önü
toplanmalarımız, buluşmalarımız geldi. Cumartesi sabah 11.00
konserleri, konser olmaktan öte anlam taşırdı. RTE bunu biliyordu,
binayı yok etmek istemesi bundan. Şehrin göbeğinde, aydınlanmacı,
Cumhuriyetçi insanlar her hafta, üstelik aynı saatte buluşsun,
olacak iş mi? Yeni bina için temel atarken, yine bolca sövdü.
Mikrofonlar açık kalınca işittik TOKİ Başkanı ile konuşmasını.
Başkan “paramız yok” diyor. RTE “sus, şimdi
sırası değil” türünden laflar ediyor. Memleketin acıklı haline
bakıp üzülmemek elde değil.
Profesör Dilek Doltaş ile
sevinçle kucaklaştık. Hoca tertemiz zihni, nesnel ölçüleriyle
dünyayı sıkı takibe devam ediyor. Ayaküstü konuştuk memleketin,
dünyanın halinden. Söz Venezüella meselesine geldi. Konuyu
Rıza Türmen’in yazısına getirdi. (Liberal T24’te
yayımlanmış.) Öyle bir makale yayımlamış ki Türmen, ABD ve AB ne
diyorsa Tanrı kelamı olarak kabul etmiş. Kaynak yok metinde.
Saygın, güvenilir birinin bu türden, meseleleri tam olarak
kavramadan kalem oynatması riskli, tehlikeli!
Suriye için tüm basın kuruluşlarıyla saldırıya
geçen ABD, geleneksel ortağı AB kamuoyu oluşturuyor. Seçimlerin
adil yapılmadığı, Venezüella’da halkın her gün daha yoksullaştığı
yönünde taraflı haberler yayımlanıyor. Bölgeye gitmeden, olayların
içine girmeden, tanıkları dinlemeden böyle yazılar yayımlamak
yanlıştır. Eğer ABD/AB hattı doğru bilgiler verseydi dünyaya:
Irak’a demokrasi gelmiş olurdu değil mi? Suriye’de
Esad halk desteği olmadığı için çoktan
devrilmişti!
3-Nasıl da körleşiyor
sanatçılar böyle anlamıyorum. Sevgi arsızı mı oluyorlar, korkuya mı
esir düşüyorlar! Şimdi de Timur
Selçuk! Sabah denen yandaş basın bülteni bir bir
avlıyor sevilen, sayılan sanatçıları. Sabah’a söyleşi vermek RTE
gözünde meşruiyet sağlamanın en kolay yolu. Kimilerini anlıyorum.
Mazhar Alanson mesela, her dönem kafası karışık,
tarikatçı biriydi. Ama Timur Selçuk neden intihar eder böyle?
Sabah’ta çıkan her söyleşi hazin, ya Cumhuriyetten umudunu yitirdi
bu insanlar, ya da benim göremediğim akıl tutulması söz konusu!
Önüne gelen solculara saldırıyor. Siyasal İslamcı mecralardan sol
tahlili, eleştirisi yapmak nedir?
Timur Selçuk: “Sol insanları oy deposu
olarak görüyor” türü saçma sapan laflar etmiş. RTE’yi ne
olarak görüyor? Patlıcan, soğan kuyruğuna girmiş insanları bilmez
mi Timur Bey? Ucu bucağı olmayan iş için girilen kuyrukları?
Sanatçı iktidarı eleştirir önce, yoksa diğeri pek kolay. Hazin
geliyor bu tablo... Sanatçı, kendine, halkına, yapıtına ihanet
etmeden yaşamını sonlandırabilmeli. Yazdımdı, yine aklımda, asıl
kıyamet Fazıl Say saraya çıkınca kopacak. Keşke
yapmasa, saraylı olmasa...
4-Eduardo
Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik
Damarları”nı okudum yeniden. Bugün gelişen olayların
tarihini bilmeksizin olan biteni kavramak mümkün değil.
İspanya/Portekiz, Amerika kıtasına türlü seferler düzenliyor, yerli
halkı köleleştirmek, kaynaklarını kendi yararına kullanmak için.
Avrupa’nın güçlü devletleri onlara bırakmıyor ya ganimeti, o ayrı.
Altını çizdiklerim:
İspanyolların gözünde Amerika şeytanın uçsuz
bucaksız imparatorluğuydu; dinsel kurtuluşa ermesi olanaksız, ya da
en azından, şüpheliydi. Ayrıca, fetihçi birliklerin yerlilerin
sapkınlığına duydukları bağnazca öfkeyle, Yeni Dünya hazinelerine
duydukları tutku ve istek, birbirine karışmaktaydı. Meksika’nın
fethi sırasında Hernan Cortes’in yardımcılığını
yapmış olan Bernal Dias del Castillo şu sözlerle
açıkça ifade ediyor bunu: “Tanrı’ya ve hükümdarımıza hizmet
için geldik biz buraya. Fakat aynı zamanda,
buradaki zenginlikler için de geldik.”
“Ortaçağda
bir çuval karabiber, insan hayatından daha değerliydi.
Buna karşılık altın ve gümüş, gökyüzünde cennetin
yeryüzünde de kapitalist merkantilizmin kapılarını
açmak için Rönesans tarafından kullanılan belli başlı
anahtarlar olacaktı. İspanyollarla Portekizlilerin
Amerika destanı, Hıristiyan dininin yayılması ile
doğal zenginliklerin zorla ele geçirilip yağmalanmasını iç
içe geçmiş tek bir şey haline getirmiştir. Avrupa
gücü, bütün dünyayı egemenliği altına almak niyetiyle
ortaya çıkmıştı. Ormanlar ve türlü tuzaklarla dolu el
değmedik toprakların görüntüsü, denizcilerle soylu
kumandanların olduğu kadar ganimet ardından koşan sersefil
askerlerin de tutkusunu kamçılamaktaydı.”
Tanrı olgusu ve kapitalizmin vahşeti
görülmeden, ki Tanrı da ticarete dahildir, söz söylemek
ayıptır!
5-Tunç
Soyer konuk oldu programa. Sanırım beş yıl önce tanıştık,
yönettiği Seferihisar gibi sakin adam izlenimi edinmiştim.
Söyleşide buna vurgu yaptı: “Başkanlar yönettikleri
şehre benzer!” Tam tersi de söz konusu olabilir gerçi.
Başkanlar yaşadıkları şehri kendilerine benzetirler! Mesela
İstanbullu olarak buram buram RTE kokan şehirde yaşamaktan üzgün ve
mutsuzum... Soyer’in düşünsel birikimi, yaşamı okuma biçimi,
sanata, edebiyata saygısı ve ilgisi İzmir için talih...
RTE neden Soyer’i hedef aldı? Anladı ki,
gelecek dönem ülke siyasetinde rol alacak biri Tunç Soyer. Şimdiden
önünü kesmek istedi. Doğrusu RTE hedef aldıkça Soyer daha güçlendi,
İzmir’i büyük farkla kazanacağı da kesin gibi. Sezgim ve elbette
öngörüm daha sık söz edilecek Soyer’den. Ardında önemli toplumsal
mutabakat olması, dünyaya açık algısı, sakin ve sabırlı hali dikkat
çekici! İzmir’i Mustafa Kemal
tacirlerinden, popülizmden kurtarırsa çok büyük iş yapmış olur.
Toplumsal dönüşme, aydınlanma hareketi için kaynak gerek ve İzmir
buna uygun.
6-Gazetecilerin “sayın
cumhurbaşkanım”, “sayın bakanım”, “sayın
başkanım” demesi yanlıştır, mesleğin yapısına uygun değildir.
Kamu adına soru soran kimse, hiçbir güç karşısında boyun eğemez. Bu
elbette dille başlar. Hele bir askere “paşam” demek
utandırıcıdır. Bizim gibi ülkelerde gazeteciler kendi elleriyle çok
önemli güçlerini sundular iktidarlara.
Geçen gün konuştuk, merkez medyada her tür
dalkavukluğu yapan gazeteciler(!), işleri bitip, iktidarlarını
yitirince muhalif giysisine büründüler. Halkımız bunlara kanıyor
bir de!
Boris Vian “Mezarlarınıza
tüküreceğim” demişti, aklıma geldi.