“Ceyhun Atuf Kansu Anma” toplantısı için toplandık. İyi
hazırlanmış belgeseli izlerken “Dünyanın tüm çocuklarını bana
getirin” diyen hekimi düşündüm. Nasıl bir yürekten taşan çağrıydı
bu? “Cumhuriyet nedir, ne değildir?” tartışması içerikten uzak
sürerken, memleketinin köylerine, kırık dökük yollardan geçerek
ulaşan Kansu’yu düşündüm. Elbette simge bir
aydındır o.
Sığ milliyetçilik tartışmalarını bulantıyla izlerken “memleket
nasıl sevilir” sorusunun yanıtını yeniden buldum şairde. Yoksul,
cahil, ne zihni ne de bedeni doğru dürüst beslenmemiş insanların
yazgısını değiştirme mücadelesidir memleket sevgisi. AKP sayesinde,
memleketini terk etmek için fırsat kollayan gençlerin bencil
arayışlarına hüzünle tanık oluyorum. Ben yapamam; pek vefalı olmasa
da, çıkarı öne koyup, incitici tutum takınsa da, bu insanlar, bu
memleket bizim. Öyle öğrendik, yetiştik. Sığ tartışmaların
gölgesinde
Çok zamandır “Şimdi sus, sırası değil, seçim arifesinde dillenecek
söz var, dillenmeyecek olanı var” diye uyarıyor insanlar birbirini.
Zamanı değil, de ne zaman gelecek “aydınlanma mücadelesi” veren
insanın özgürce ifadesini dile getireceği koşullar? 12 Eylül
1980’den bu tarafa artarak süren olağanüstü hal koşullarında,
nedense ırkçılara, dincilere taviz vermek mecbur hale geldi. Darbe
başarıldı işte, kimse “sahte Amerikan rüyası” dışında bir dünya
tahayyül edemiyor. Düzen ettirmiyor.
Tam sırasıyla dökecektim kâğıda ülkücülerin içinde olduğu
cinayetleri, baktım “Mansur Yavaş”a aşağılık tuzak
kurulmuş. Deneyimli gazeteci ağabeyimiz “içime akıtıyorum şimdilik
sözümü” dedi. Haksız mı? Basın diye yutturulan gazete/
televizyonlarda, Nazi Almanya’sında göremeyeceğiniz yayınlar
ka...