Edward Sait yaşamöyküsünün adını “Yersiz Yurtsuz” koydu. O, adanmış bir entelektüel/aydındı. Elinde taşla, Filistin’e saldıran İsrail ordusuna karşı dövüşmekten kaçınmamıştı. Kafasını kuma gömen, kâğıt kalem içinde kaybolarak aslında sorumluluktan kaçan geveze okuryazarlara isyan halindeydi. “Entelektüel” adlı başyapıtında şöyle diyor: “Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı dönekliklere ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır.”
Hele de adına vatanseverlik dedikleri, zerre kadar hakikate dayanmayan, yapay, popülist söylemlerle kafa karıştıranlara şöyle sesleniyor: “Düzenin adamları belli çıkarları gözetirler, oysa entelektüeller şovenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini ve sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet imtiyazlarını sorgulayan kişiler olmalıdırlar.”
***
Ergenekon, Balyoz günleriydi. FETÖ saldırıyordu herkese. Ali Tatar intihar etti, aşağılık iftiralar karşısında onuru zedelendi. Arkasında kimler, nasıl durdu(!) gördük. Ağabeyi Ahmet Tatar’ı yayına almıştım. Kimselerden çıt çıkmıyordu, korkudan kafalar kuma gömülmüştü. Anlattı ne varsa yüreğinden geçen.