Liberal demokrasiye güvenim olmadığını defalarca yazdım. Kâğıt
üzerinde oyunun kuralları herkese eşit yarışma hakkı verir gibi
görünse de, cehaletin kutsandığı bir düzenden söz ediyoruz.
Demokrasi insanlık için anlamlı sonuç veriyor olsa idi, bugünün
dünyasında hep en kötüler lider olarak çıkmazdı karşımıza. Sandığın
varlığı toplumsal irade için ilk koşul elbette. Ancak yeterli
değil. Yığınlar genellikle yanılmaya eğilimlidir, popüler olan
hızla egemen olur. Demokrasi için eğitimli insan gerekir, onu da
ara ki bulasın! Diyeceğim; eşitlik lafta söz konusudur, cehalet bir
adım öndedir her zaman...
Yıl sonunda yapılan “en güvenilen” kişi araştırmalarına bakın,
kimler çıkıyor oylama sonucunda. Popçular, topçular, neden ünlü
olduğu belirsiz magazin unsurları hep güvenilen kişi listesinde. En
yakışıklı yarışmasında Cübbeli Ahmet birinci
çıksa, şaşar mısınız? Sandıkta yapılan seçimin bundan farkı nedir?
Her grup kendi kutsallarını yaratmış durumda, onun peşinden
gidiyor. Garip bir şeyh mürit ilişkisi bu! Kapitalizm can
çekişirken, gettolaşma alabildiğine artıyor. Kendi dışında kalana
kör yığınlar, gruplar söz konusu. Çöküşün göstergesi bu. Yine seçim
öncesindeyiz, yine yığınların tavrını etkilemek için her türden
ayak oyununa tanık olacağız.
Lafı dolandırmadan söyleyeyim, sandık var evet, ancak
RTE’nin koyduğu sandıktan kendi dışında birinin
çıkma olasılığını görmüyorum. Bunun gerekçesi de net: RTE
demokrasiyi binilecek tren olarak görüyor, dilediği yerde ineceğini
baştan söyledi, dediğini de yaptı. Her dönem düşman gereksinimi
duyuyor bu yapı. Elinde milliyetçilik, dincilik kozları var,
biçimden biçime girerek bunu kullanıyor RTE. İnanç tüccarlığıyla
girilen seçimlerde galip baştan belli! Yığın kolay olana inanır,
inanç irade devridir, düşünmeyi gerektirmez. Hal böyle olunca
yurttaşla kul yarışıyor. Yazık ki kalabalık olan “kul” ısrar...