1.Fransa’da “Sarı
Yelekliler” rüzgârı esiyor. Tarihi anımsama denebilir
belki buna. Halk hemen Fransız Devrimi’ni, 68 Gençliğini
belleğinden bulup, çıkarıyor. Toplumun genlerine işlemiş davranış
biçimi bu. Kimi polislerin de direnişçilere katılması etkiyi
gösteriyor. Ancak... Sorunlu süreçlerden geçiyoruz. Göçmen
karşıtlığı, ırkçılığa varan milliyetçilik her yerde büyük sorun.
Sokağa dökülen kalabalık bir yandan kapitalizmi titretiyorsa da,
ayağı nereye bastığı belirsiz, ideolojik bulanıklık içinde kitleden
söz ediyoruz.
Bizde de tartışılıyor elbette olan biten. Gezi
soruşturması, tutuklama kararları hep bu kaygıdan. “Ya
insanlar yeniden sokağa çıkarsa” endişesi bu. Böyle
bir olasılık yok artık. RTE sokaktan korkuyor, sertleşir, asla izin
vermez bir daha eylemlere. Gezi biricikti. RTE’nin öfkesi dinmedi,
belli mart seçimlerine Gezi düşmanlığı damga vuracak. RTE iktidarda
kalmak için düşman bulmak zorunda, sıra Gezi’cilerde!
2.Ankara’ya
Korkut Boratav ile söyleşmeye
doğru yola çıktık. Araç kullanmanın düşünme üstünde ilginç etkisi
var. Yıllarca gidilen yol, öykülerini de beraber getiriyor. Korkut
Hoca içtenlikle, sevecenlikle açtı kapıyı, ağırladı bizi. Hocanın
yalın, mizaha yatkın diliyle olan biteni anlamak, sorgulamak çok
keyifliydi. Bir yerde düzene doğrudan muhalefet eden insanların ne denli az olduğundan
açıldı konu. AKP’nin yaptığı en başarılı iş kaba hatlarla toplumu
ayrıştırmak, kutuplaştırmak! Azız, evet. AKP karşıtı sepet
kalabalık olmasına karşın, orada kendi kimliğinle yer bulmak
gerekiyor. Bir yanda düzeni ısrarla savunan, salt siyasal İslamcı
iktidara itiraz edenler var, öte yanda bu şımarık, azgın
kapitalizmi kökten ortadan kaldırmak isteyenler. Elbette
milliyetçilik, dincilik üstüne uzunca konuştuk...
Korkut Hoca dönemin sert olduğuna vurgu
yaparken, beni de biraz daha tahammüllü olmam konusunda uyardı.
Sanırım gördüklerim öfkemi diri tutuyor. Tam hocaya hak veriyordum,
Diyanet’in başı Ali Erbaş
“Kuran’la beraber olmayan çocuk şeytanla beraber
olur” dedi. Nasıl tutayım kendimi, adamın fotoğrafına
baktım da, şeytanı pek uzakta aramamak lazım. Azgın İslami faşizme
karşı çocuklarımızı savunacağız elbet.
Günün güzel ânı Korkut Hoca’dan imzalı armağan
kitaptı.
3.Eren
aradı, heyecanla “Biliyor musun Behçet Aysan
ödülünü kim kazandı?” diye sordu. Belli ki seçici kurul
kararı keyiflendirmiş Aysan’ın kızını. Yanıt beklemeden:
“Refik Durbaş” deyiverdi. Yerinde karar,
sevindirdi beni de. Hemen haber etmişler Durbaş’a. Ölüm döşeğinde
almış bu güzel haberi şair. Dostlarının yanına giderken, bu mutlu
haberi de götürdü Durbaş, bir iki gün sonra kötü haber
geldi.
Önden söylediydi zaten şair;
“Zamana karşı durandır şiir. Ölüme
de.
Zamana karşı duranın şiirini
yazmak isterdim. Ölümün de.”
4.Cumhuriyet Ankara büroyu
ziyaret ettik fırsat bulunca. Yüzler gülüyor, hemen çaylar geldi,
sohbet koyulaştı Sertaç Eş’le. Kimliğine dönen
Cumhuriyet çalışanlara da güven, huzur veriyor. Ayaküstü sosyal
medya ve basılı gazete ilişkisinden konuştuk. Sertaç ilginç
tavsiyede bulundu. “Basılı gazeteyi iki gün okuma,
sakla, gündemi internetten izle, sonra basılı
gazeteyi oku, farkı göreceksin” dedi. Yapıyorum iki
gündür. Sonuçları yazacağım.
Zaman hızlı akıyor, gazete hem buna uyum
sağlamalı, hem de durdurmalı, düşündürmeli sanki. Salt internette
yayın yapmaya devam eden kimi gazeteler, yeniden basılmaya başladı.
Henüz dünyada da tartışma bitmiş değil. Büronun güler yüzlü
çalışanlarıyla vedalaşıp yola koyulduk. Benim de yüzüm güldü,
Cumhuriyet emin ellerde.
5.Süleyman
Soylu: “Cumhuriyet gazetesi fitnecidir.
Bir başbakan iki bakan astılar.1960’dan beri
bütün darbeleri mayaladılar, ancak doymadılar.
Dişlerine kan değdi bir kere.” Patronun gözünden
düşmesin diye en önden koşuyor Soylu. Siyasetten ahlak beklemiyorum
elbette. Tutarlılık aramak da aptalca! Ancak daha düne dek RTE için
ağıza alınmayacak sözler eden birinin, şimdi en zalim ve imanlı
olması garip yine de.
Bellek dediğimiz nedir? Ülkenin çürümüşlüğüne
en önemli itiraz bellekle gelmeli, ancak kimsede utanma sıkılma
yok. Soylu, televizyon programına geldiği vakit, AKP’nin, yani
Erdoğan’ın nasıl tek adam olmak istediğini
anlatmıştı bana. Yayın öncesi sesini duyuramadığından, baskıdan söz
etmişti. Bu insanlar girdikleri, o sürekli değişen kılığa nasıl
uyum sağlıyorlar, inanıyorlar? Soylu’ya yaptırım yok nasılsa,
Kılıçdaroğlu’na dilediği gibi sövdü, ifade
özgürlüğü, dendi. Bu günler geçecek, geride utanacak biri kalacak
mı, emin değilim gerçi…