Genlere işlenmiş bir sorundur memleketimde ‘aydın düşmanlığı’.
Güruh/yığın; düşünen, soran, tartışan, bilgiyi arayan kişilere
düşmandır coğrafyamızda. Dönüp kendine bakmaz; ‘ben niye
okumuyorum, dünyayı anlamak için neden çaba sarf etmiyorum’ demez.
Güç gelir okumak! Düşünmek, araştırmak emek ister. Aydın kişiyi
yabancı sayar kalabalıklar, dışlar! Türlü sıfatlar takar! ‘Entel’
der. Bizde halkçılık cehaletin kutsanmasıdır. Lümpenlik moda,
geçerli bir davranış biçimidir!
CHP’nin Abant çalışması sonrası yaptığı açıklamayı okuyunca acı acı
gülümsedim. “Entelektüel, akademik ve elitist bariyerleri aşıp sağ
partilere oy veren büyük kesimin diliyle konuşmak” konusunda uzlaşı
sağlanmış meğer! Yani? Diyorlar ki; devletin bilinçli olarak
geliştirdiği, dayattığı ‘aydın/aydınlanma düşmanlığı’nı biz daha
iyi yapalım. Yapamazsınız! Belki dünya tarihinin bu konuda en
başarılı, yetkin örneği AKP karşımızda durmakta! Ona benzeyerek,
ondan rol çalmaya çalışarak olmayacağını defalarca gördük. Daha
Ekmeleddin olayı bellekte. Ya İhsan
Özkes’e ne diyeceğiz? Gül meselesine hiç
girmiyorum…
Berlin Duvarı yıkıldı, ardından liberal tezler dünyada kolayca
cirit atmaya başladı. Şimdi görüyoruz ki, iki kutuplu dünya küresel
bir dengeymiş. Pazarlanan “ideolojiler bitti” söylemi, en hızlı
sonucu bizim ülkede aldı. 12 Eylül 1980 ile birlikte örgütlü işçi
sınıfı ve onun tarihsel dostu, yoldaşı aydınlar katledildi. İşte
bunun sonucudur bugün yaşanan milliyetçi, dinci, mezhepçi söylemin
iktidar olması. Bir anlamda kökü Özal’dır bu
işlerin, nihai sonucu da RTE’dir. Bayağılık,
vasatlık, cehalet, hamaset iş görür oldu. Sıfatı akademisyen olan
kimi tipler “Cahillerin ferasetine güveniyorum” diyebildi mesela.
‘Ğ’ harfinin neresine çizik atacağını bilemeyen başbakana...