Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi”nde izledim,
dede Musa Kart’ın anlattıklarını.
Kendine en büyük hakaret saydığı “sağ terör örgüt üyesi” olma
sürecinden söz açtı önce. Yaşamını demokrasi, insan hak ve
özgürlükleri, hukuk uğruna adayan sanatçı, devlet tarafından böyle
damgalanmış. Sonra, neden mahpus olduğunu anlayamayacak torunu
için, dünyanın en güzel yalanlarından birini uydurmuşlar: “Dede
fabrikada çalışıyor.” Kart, bize sarsıcı “Hayat Güzeldir” filmini
anımsatıyor. Nazi toplama kamplarında her şeyi oyuna çeviren o
güzel babayı anımsarsınız, sonu hazindir filmin. Ha bir de, “Baba
Okulu”na giden gazeteci mahpuslar var. Davanın görüleceği adalet
sarayına giderken, ısrarla, memleketten söz açan aydınlar onlar. Bu
utanç kime aittir?
Musa Kart’ı çok iyi tanırım. Hiç yüz yüze görmedim, ama şairi,
çizeri, düşün insanını tanımak demek, yapıtını izlemek, takip etmek
anlamına gelir. Mahpus çıkışı: “Mizah duygusunu kaybetmiş ülkede
yaşamak çok güç. Ama her şeyin mizah olduğu bir ülkede yaşamak daha
güç” dedi. Tatlı tatlı, gülümseyerek anlatıyor başlarına geleni.
Hayrete düşüyor, öfkeleniyor ve siz de gülüyorsunuz. Tam da
yaşadığımız günlerin özeti bu. Memleketimin aydın serüveninin en
kısa yoldan dillenmesidir Kart’ın anlattıkları. AKP’li yıllar
herkese, konumu oranında, bedel ödetti. Bazısı öldü. Doğrusu
öldürüldü. Kimi mahpuslarda çürümeye terk edildi. İşinden olanları
saymıyorum artık. Asıl bedeli çocuklar, torunlar ödeyecek.
Gericilik son bulacak elbet, yeniden yurt kurmak o kadar kolay
değil ama!
Yurdunu sevmekle, ırkını sevmek karışır bizde. Biri
milliyetçiliktir, öteki yurtseverlik. Biri soy sopla ilgilidir,
diğeri ortak kültürle. Biri kalkıp; “Atatürk de
milliyetçiydi” demesin, tüylerim diken diken...