Yayın dünyasının içinde bulunduğu büyük açmaz günden güne
derinleşiyor. Kâğıt sorunu, tümden maliyetlerin artması, doğrudan
okuru etkiliyor. Üretim azalacak, eskisi kadar seçenek
sunulamayacak okura. Nitelikli yapıtların yerini, hızla popüler,
sığ, sıradan kâğıt tomarları alacak. (Kitap demeye dilim varmıyor.)
RTE sızlanıyor “Kültür dünyasında dilediğimiz
yerde değiliz” diye. Hiçbir zaman da olamayacak siyasal İslamcılar.
Belki piyasaya egemen olacaklar, ancak insanlık tarihinde
sözlerinin değeri olmayacak. Bu da onların makûs talihi işte! Her
yolu deniyor sandıktan çıkıyorsun, gelgelelim sadece kendini
kandırarak hükümranlığa devam ediyorsun. Bugünün hakikati büyük
cehaletin egemenliğidir, er ya da geç çöker.
Telif hukuku gereği eserler yetmiş yıl korunuyor, sonra serbest
kalıyor. Doğrusu insanlığa katkı yapan eserlerin kapitalist
koşullarda alınır satılır olmasından hoşnut değilim. Ancak henüz
sosyalist düzeni kuramadık, Elsa Triolet’nin
“Sosyalist olmayan bir düzende sosyalist gibi davranmak
ahmaklıktır” tümcesi aynen geçerliliğini koruyor.
Bundan bir süre önce Stefan Zweig patlaması oldu
yayın dünyasında. İrili ufaklı tüm yayınevleri Zweig basmaya
başladı. Yetmiş yıl doldu ve saldırı başladı! Kimi yeniden çevirtti
eserleri, kimiyse işi iyice utanmazlığa vurup çeviri hırsızlığına
girişti. Pazarda satılan kitaplarda inanılmaz fiyat farkları doğdu.
İşini iyi yapanlarla korsanlık edenler arasındaki ayrımı bilemeyen
okur için tuzaklarla dolu süreç yaşanmaya devam ediyor. Başka türlü
söylersek, belki de Zweig okuduğunu sanan birçok kimse,
bütünlüksüz, niteliksiz ve yazarla ilgisi olmayan metinlerle
boğuşuyor.
Şimdi bu talihsiz durum Sabahattin
Ali için geçerli. Yetmiş yıl bitti ve teliften
düştü eserler, fuarlarda şöyle dolaşın, her yayıncı kendi meşrebine
uygun kapaklarla basmış büyük yazarın yapıtları...