Türk Tabipleri Birliği Genel Kurulu’na sunuyorum.
Cephedeki doktorlar şaşırmışlardı.
Getirilen genç asker yaralı değildi. Ancak görmüyor, duymuyor, eli
ayağı tutmuyordu. Hiçbir yerinde yara bere olmadığı için ne karar
vereceklerini bilemiyordu doktorlar. Bir korkak mıydı bu genç
asker, yoksa savaştan kaçmak için numara mı yapıyordu?
Birinci Dünya Savaşı kanlı bir cephe savaşıdır. Somme’de, Ypres’de
binlerce ölü, daha fazla yaralısıyla yaşanan savaşlar “bomba şoku”
denen bir sonuca yol açıyordu. Genç asker donup kalıyor, her şeyin
dışında gibi davranıyordu.
2. Dünya Savaşı da bu durumu pekiştirdi ve cephe hekimleri bunun
numara olmadığını, korkaklık olmadığını, kişiyi bu duruma getiren
ruhsal bir bozukluk olduğunu anladılar.
Travma sonrası stres bozukluğunun öyküsü budur.
Sonraları, bu sendromun savaşa özgü olmadığını, başa çıkılamayan,
karşı konamayan stresin yol açtığı bir tepki sistemi olduğu kabul
edildi.
Doğruyu bilmenin sorumluluğu vardır.
Çoğu kez, doğruyu bilenlerle yanlışı kabul etmiş olanlar arasında
tartışma, kimi zaman da çatışma çıkar.
Ama doğruyu bilen artık bu sorumluluktan kaçamaz.
Galileo’nin trajedisi budur.
Sokrates’in ölümü bundan olmuştur. Tarih, doğruyu
bilenlerle yanlışı kabul edenler arasındaki çatışmaların tarihidir.
Bilim ile dogmanın çatışması günümüzde de sürmektedir.
Beyaz gömlekliler
Beyaz gömlekliler yaşamı savunurlar. Varlık nedenleri budur.
Hekimler, hemşireler, hasta başındakiler, laboratuvarlarda
çalışanlar, mikroplarla uğraşanlar, ameliyat yapanlar, hepsi hepsi
insan yaşamı için çaba harcarlar.
Beyaz gömleğin anlamı budur.
Işte bu anlamlı yaşam, beyaz gömleklilerin barışı istemelerini
zorunlu kılar.
Barış, insan yaşamının değerini anlatır.
Barış, insan yaşamının uygarlığını simgeler.
Demokrasi, barış ve uygarlık, insan...