Eduardo Galeano’nun ilk okuduğum kitabıdır.
Roman tadında okunan bir tarih kitabı.
Keşfedilen bir kıtanın yağmasının, sömürüsünün kitabı.
Dünya tarihini değiştiren 1492 yılının aynı zamanda altın uğruna,
gümüş uğruna uygarlıkların nasıl yağmalandığının, insanların nasıl
öldürüldüğünün, köle yapıldığının başlangıcı olduğunu anlatan
kitap.
Türkiye Cumhurbaşkanı Latin Amerika’yı gezerken bu kitaptan da söz
edilmesini isterdim. O ülkelerin acı geçmişlerinin de bilinmesini
isterdim. Amerika bile sayılmayan Güney’in, Kuzey Amerika
tarafından nasıl sömürüldüğünün bilinmesini isterdim.
Belki o zaman bugünler daha iyi anlaşılırdı. Belki o zaman
Ortadoğu’da bugün yaşananlar daha iyi anlaşılırdı. Petrolün, doğal
kaynakların, Akdeniz’in nasıl önem taşıdığı, Irak’ın nasıl
yağmalandığı, Suriye’nin başına gelenler daha iyi anlaşılırdı.
Türkiye’nin hangi yağma hamlelerinin piyonu olarak öne sürüldüğü
belki daha iyi anlaşılırdı.
Latin Amerika yağmalanırken yerlilerin söylediği gibi: “Onların
elinde kitap (İncil), bizim elimizde ülkemiz vardı. Şimdi kitap
bizim elimizde, ülkemiz onların elinde” oluyordu.
Günümüzde de Ortadoğu parçalanırken bizim ülkemizin başına gelenler
de aslında öğretici değil mi?
Neyse, bunlar olup biterken Latin Amerika gezisinde başkanlık
modellerinin de incelenmekte olduğu yazıldı, çizildi.
Sahi, bizim öyle bir derdimiz var: Başkanlık.
Ama dünyanın güneyinde de epeyce başkanlık örneği var.
Neler mi?
***
Amerika’nın güneyinde efsane başkanlar var.
Şili Başkanı Pinochet örneğin. Generaldir kendisi. 1973 yılında
seçimle gelen Salvador Allende’yi devirip başkan olmuştur.
1973-1990 arasında hüküm sürmüştür.
Astığı astık, kestiği kestiktir. Tam başkan.
Arjantin Başkanı Juan Peron da efsanedir. Kendisinden sonra ünlü
eşi Eva Peron başkanlık yapmıştır.
Avrupa’nın güneyinde, İber Yarımadası’nda da efsane başkanlar
vardır.
İspanya’da Fransisco Franco. İspanya iç savaşını kazanarak başkan
koltuğuna oturmuş, 39 yıl hüküm sürmüştür.
Portekiz’de de Salazar 1933- 1974 yılları arasında 41 yıl başkanlık
yapmıştır. Ünlü sözü, “Ben Portekiz’i üç F ile yönettim:
Fado-fiesta-futbol” yönetimler için aforizma olmuştur.
Bu efsane başkanlar savaşlarla, darbelerle gelmiştir.
Seçimlerle gelenler de vardır.
İtalya’da Benito Mussolini Ulusal Faşist Parti ile seçimleri
kazanarak gelmiştir.
Almanya’da Adolf Hitler, Nasyonal Sosyalist Parti ile seçimleri
kazanarak iktidara gelmiştir.
Her ikisi de İkinci Dünya Savaşı içinde ortak olmuşlar,
kaybettikleri savaş da sonları olmuştur.
Başkanlık sistemi her zaman büyük riskler taşımıştır.
Yetki gücünün denetlenemez oluşu, güçler ayrılığının ortadan
kalkışı, giderek tek adam yönetiminin sorgulanamaz oluşu büyük
yanlışların sürmesi ile sonuçlanmış, bu da büyük zararlara yol
açmıştır.
Toplumlar bunları yaşamış, nice acılar çekmiş, sonuçta da çözümü
güçler ayrılığında bulmuştur.
Yürütme, yasama, yargı güçleri birbirinden ayrı olacak, birbirini
denetleyecek, hiçbir güç kontrol dışı kalmayacaktır.
Bunun adı da parlamenter sistemdir.