Barış Derneği davasından tutuklu yatıp çıktıktan sonraki ilk
günlerde bir kafede içtiğim çayı ödemek isterken kasada oturan
sahibi bu sözleri söylemişti: “Biz size
borçluyuz aslında. Siz yattınız, biz utandık. Siz
bizi tanımazsınız ama biz sizi çok iyi tanıyoruz. Geçmiş
olsun.”
Elbette duygulanmıştım.
Sonraları hep düşünmüşümdür.
Bir kitap yazarsın, kim okur bilmezsin.
Bir davranışın olur, kim ne düşünür haberin olmaz.
Bir söz söylersin, kimin aklında kalır düşünmezsin.
Ama işte yaptıkların ettiklerin bir yerde karşına
çıkıverir.
Sözlerin, yazıların birilerinde yaşamaktadır.
Şimdi hapiste olan dostlarım, arkadaşlarım.
Onlar yatacak, biz utanacağız.
Özgürlüklerinden yoksun kalışları bizim utancımız olacak.
Ama durun bakalım, biz gerçekte özgür müyüz?
Hapisten çıktığım gün ne istemiştim?
Sadece caddede dolaşmak, o kadar.
Arkadaşlar, Boğaz’da rakı balık muhabbeti yaparlardı.
Ben caddede öylece dolaşmak istiyordum.
Caddede öylece dolaştım.
Öyle dalgın, hiçbir şeye bakmadan.
Sonra da dönüp gelmiştim.
Öyle hatırlıyorum.
Sonra da hırsla “Sözüm Sanadır”ı yazmıştım.
Erdal Öz yayımlamıştı. Can
Yayınları.
Bir başka kitabım da duygularımdı,
“Kendi Yurdunda Sürgünsün”.
Şimdi yazsam adını ne koyardım, bilmiyorum.
10 Kasım’da yazıyorum bu yazıyı.
Yer gök ATATÜRK.
Gazeteler, ilanlar, TV köşelerinde ATA portresi.
Anıtkabir dolup taşıyor.
Yarın 11 Kasım olacak
12 Kasım
13 Kasım
14 Kasım 2016 Pazartesi günü bu yazım çıkacak.
O bir günlük ATATÜRK anmasından geriye ne kalacak?
Atatürk’ün azmi mi?
Atatürk’ün kararlılığı mı?
Atatürk’ün eşsiz cesareti mi?
Atatürk’ün erişilmez öngörüsü mü?
Bugün Atatürk’ün nesi aramızda yaşıyor?
Hadi ben söyleyeyim, adı ve fotoğrafları.
Atatürk’e layık bir iktidar mı var?
Atatürk’e layık bir muhalefet mi var?
Atatürk’e layık neyimiz var?
Söyleyin söyleyin, bir şey bulun.