İki insan öldürülüyor.
Görüyorum.
Seyrediyorum.
Öyle basit bir seyir değil elbette, üzülüyorum.
Üzülüyorum ama üzüntüm kahvemi içmemi engellemiyor.
Ben kahvemi içiyorum. Çevremdeki insanlar da kahvelerini içiyor.
Konuşuyorlar, gülüşüyorlar, okuyorlar.
Kalkıp gidenler var, Yeni gelenler var.
Yaşam devam ediyor, öyle mi?
Ama ölüm orucunda olan iki kişi için yaşam devam etmiyor.
Nuriye Gülmen-Semih Özakça.
Onlar da aylar öncesinde çevrende gördüklerin gibiydi.
Akademik ortamda çalışıyorlardı.
İşlerini yapıyorlardı, belki kahvelerini içiyorlardı.
Sonra, işlerinden atıldılar. Binlercesi gibi.
İşsiz, yetkisiz, unvansız kalıverdiler.
Ama onlar bu haksızlığa direndiler.
Ölüm orucuna yattılar.
Bu nedenle de tutuklandılar.
Sen seyrettin dostum.
Siz seyrettiniz.
Vah vah dediniz, bu ne haksızlık dediniz ama işte o kadar.
“Ne yapabilirdim?” diyorsunuz, duyuyorum.
Ne mi yapabilirsiniz? Onu siz bileceksiniz.
Bu cinayeti önlemeniz gerekirdi.
Çünkü, bu cinayettir.
Katilleri durdurmanız gerekirdi.
Durdurmanız gerekirdi.
Öyle kenardan bakıp da vah vah demekle olmazdı.
Yapmadın. Yapmadınız. Yapmıyorsunuz.
Bak, sayayım.
Ergenekon-Balyoz sürecinde kaç kişi kendini öldürdü?
Van Üniversitesi Genel Sekreteri’ni hatırlıyor musun?
Rektörle birlikte tutuklanmıştı. Hapishanede intihar etti.
Cinayetti.
Sen o cinayetin suç ortağı olmuştun