Mustafa Kemal’in
“Büyük Yürüyüşü.” 19 Mayıs 1919’da Samsun’da
başladı, 23 Nisan 1920’de Ankara’da sonlandı.
Tarihi değiştiren büyük yürüyüştür.
Osmanlı İmparatorluğu çökmüştür, padişahlık kalkmış,
halifelik kaldırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi
artık halkın iradesini temsil edecektir.
Şimdi, Kemal Kılıçdaroğlu,
Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı olarak gene yollarda
yürüyor, ADALET isteyen toplumun sesini duyuruyor.
Adında “Adalet” sözcüğü bulunan Adalet
ve Kalkınma Partisi ise, bütün gücü tek kişiye vermiş bir
adaletsizliğin simgesi olarak yaşananlara bakıyor.
AKP, başta artık başkanları olan Cumhurbaşkanı, Başbakan,
Adalet Bakanı olmak üzere seyrediyorlar.
Seyrediyorlar.
Nuriye Gülmen ve Semih
Özakça ölüyorlar.
Yüzlerce insan sadece öyle istendiği için
hapisteler.
Gazeteciler, yazarlar, insanlar, insanlar...
Binlerce insan işlerinden atılmış, unvanları alınmış,
işsizler.
AKP seyrediyor.
Öfkeli bir sessizlikle seyrediyor.
Başka öfkeliler de var.
İktidar açlığı içindeki
Bahçeli.
Kenarda kalmışlığın burukluğu içinde
Baykal.
Ve Kemal Kılıçdaroğlu yürüyor.
Ankara’dan Silivri’ye yürüyor.
Başkentten hapishaneye yürüyor.
İktidar tehdit ediyor: “Sen de girersin
bak.”
Aslında Kemal Bey’in yürüyüşü voltaya
benziyor:
“Otoyolda volta.”
Ülke zaten hapishaneye dönmüş.
Kimin güvenliği var ki?
Adalet var mı? Herkes biliyor ki YOK.
Özgürlük var mı? Herkes biliyor ki YOK.
Eşitlik var mı? Herkes biliyor ki YOK.
Haklının gücü var mı? Herkes biliyor ki YOK.
Gelecek güvencesi var mı? Herkes biliyor ki YOK.
Ne var peki? Olanlar kime var?
Herkes biliyor ki;
Eğer yandaş olursan,
Yapılan her türlü yanlışa destek olursan,
Haksızlıkları görmezden gelir, onaylarsan,