Uğur Mumcu ile beraber...
Sapanca’da geçen çocukluğumda horoz dövüşlerini izlerdik. Horozlar
mağrur ve dövüşçü hayvanlardır. Israrla dövüşürler ve hiçbir zaman
pes etmezler. Çoğunlukla berabere ayrılan horozlar hâlâ ısrar
ederlerdi.
Nadiren yarışı bırakan horoz pes etmiş sayılırdı. Bu horoz artık
bir daha dövüşmezdi. Buna çok şaşırırdım. Çünkü biz de sokak
kavgalarında kimi zaman kazanır kimi zaman da yenilirdik. Ama
yeniden kavgaya girmekte hiç çekinmezdik. (Bu kavgalardan evde söz
etmek çok ayıp sayılırdı, bunu yapan da artık gruba giremezdi.)
Yenilen horozun artık hiç dövüşmemesine çok şaşardım. Ona “yılgın
horoz” derdim. Bir kitabımda bu olayı yazmışımdır.
Bu olayı neden mi anlatıyorum?
Bu “yılgın horoz sendromu”nu bizim kesimin bazı insanlarında da
görüyorum da ondan anlatıyorum.
“Bizim kesim” derken, muhalif olan, seçimlerde muhalefete oy veren,
iktidarı eleştiren kesimden söz ediyorum. Çoğunlukla laik,
Cumhuriyetçi, uygarlıktan yana olan kesim.
Şimdi bu kesimde bir “kazanma umutsuzluğu” görüyorum. Klişeler
şöyle:
“Ne yapsan nafile, bunlar bırakmaz ki.”
“Halk eziyet çekse de bunlara oy vermekten vazgeçmez.”
“Gördük işte, kaç seçimdir şöyle böyle kazanıyorlar.”
Şimdi artık açık açık her türlü hile yapılıyor.
Cumhuriyet gazetemizin manşetleri yeterli.
Adreslere yüklenmiş hayali seçmen listeleri. Olmayan katlara
yazılmış yüzlerce uydurma seçmen. Seçim için hazırlanmış çeşitli
hileler. Bu arada yasaları, hatta anayasayı hiçe saymalar.
Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın sözleri:
“Seçim faaliyeti siyasi çalışma değildir.”
Nedir peki?
İktidar kanadında pişkinlik, arsızlık, aldırmazlık.
Muhalefet saflarında alışkanlık, kayıtsızlık, yakınma.
Sonuç?
İşte “yılgın horoz sendromu” budur.
Peki, n...