Küçük kız çocuğu evin sevgilisiydi.
İki erkek çocuktan sonra doğan sevimli kız, evin neşeli küçüğü,
ağabeylerinin gözdesi olmuştu.
Bir Kurban Bayramı’nın günlerce öncesinde alıp bahçeye bağladıkları
koç, küçük kızın en sevdiği canlı olmuştu. Onu eliyle besliyor,
verdiği üzümleri yerken sevinç duyuyordu.
Ama bayramın birinci gününde bu sevgili hayvanı işte şimdi
kesiliyordu. Küçük kız donup kalmıştı. Ağlayarak kaçtı.
Sonra, bütün aileyi şaşırtan bir şey oldu. Küçük kız konuşmuyordu.
O şen şakrak kızımız konuşmuyor, ağzını açtığı zaman koç gibi
meliyordu.
Ağzından sadece bu “meee” sesi çıkıyordu. Aile telaşlandı.
Doktorlar, psikologlar, konuşma terapistleri hiçbir çare
bulamadılar. Küçük kız melemeyi sürdürdü.
Aslında, kurban edilen sevgili koçunun yasını tutuyordu.
Bir yıl böyle geçti. Sonra yas hafifledi, ama “o” artık et yemeyi
reddetti.
Tanınmış, çok sevilen bir ailenin küçük kızının yaşadığı olayı gene
bir bayram günü bize anlatan-artık yaşlanmış-hanımefendiyi
dinlerken donup kalmıştım.
Anlattığı kendi yaşadığıydı.
Şimdi hiçbiri hayatta değil. İki sevgili ağabeyi de, kendisi de
yaşamlarını bize bırakıp aramızdan ayrıldılar.
Ama bu yaşanmış kurban olayını unutmam, unutamam.
*** Kurban Bayramı, paylaşmanın,
dayanışmanın bayramıdır.
Ama bu bayram, doğanın kurban edilişiyle zehirlendi.
Bu bayram, bu ülkenin duyarlı insanlarına zehir oldu.
Bu bayram, siyanürle zehirlendi.