Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan çalışma, 2016 yılı itibariyle, gelir dağılımının bozulmaya devam ettiğini, yani yoksulluğun giderek arttığını, çok zenginlerin ülke kaynaklarından aldıkları payın yükseldiğini gösteriyor. Rakamlara hiç girmeden birkaç bulgu paylaşayım: En zengin yüzde 20’nin aldığı pay yükselirken, altındaki gelir gruplarının aldığı pay azaldı. Kişi başına gelir açısından bakıldığında ilk yüzde 20’ye girenlerin geliri artarken, bunun altındaki iki yüzde 20’lik grupta yer alanların gelirleri ise düştü. Yani siyasi olarak kilit konumda görülen, orta direk denilen kesimin gelirleri azalmaya devam etti. Bu arada yoksulluk sınırının altında kalan nüfus ise toplam nüfusun yüzde 14’ünü aşkın düzeyde.
Bu tablo klasik tabirle: zengini daha zengin fakiri daha fakir eden bir tercihi ortaya çıkarıyor. Bunun toplumsal sonuçları olmaması mümkün değil. Ne kadar sosyal yardım verirseniz verin, ne kadar başka ortak duyguları ekonomik tabloyu kapatmak için kullanırsanız kullanın, bunun sonucu oluşacaktır.
Gündemin en önemli maddelerinden biri de TEOG sınavlarının iptal edilmesi, bundan daha da önemlisi, iptal edilme şekliydi. Bürokrasinin en azından bir yıllık bir geçiş süresi istemesine, yerine getirilecek sistemin belli olmamasına rağmen, TEOG iptal edildi. TEOG’un doğru bir sistem olup olmadığı, hangi sistemin doğru olduğu tartışılmadan iptal edilmesi sıkıntılı değil mi, sizce?
Bunlara yeni Diyanet İşleri Başkanı’nın “İnsanlığın sekülerizmin kıskacında kıvranmakta olduğu” tespitini ve Süper Lig’de yabancı sınırlamasıyla ilgili Kulüpler Birliği’nin aldığı toplantı kararını filan da ekleyebilirsiniz.
EĞİTİM ARTTIKÇA GELİR ARTIYOR
AMA
Gelir dağılımını anladık da, diğerlerinin
ekonomiyle ne ilgisi var diye soranlar olabilir. Bence tüm bunlar
aynı zamanda ekonominin geleceğini doğrudan etkileyecek
haberler.
Üretenin de tüketenin de bu tablodan umutsuzluk çıkarıp etkilenmemesi mümkün değil. Türkiye’nin yabancı ekonomi gazetelerine bile yansıyan eğitim sisteminde değişiklik haberlerini gördüyseniz, ihtiyacı olan doğrudan yabancı sermayeden ne kadar uzaklaştığını da görürsünüz. Bunun ötesinde teknolojik gelişmeye ayak uydurması, dünyaya uyum sağlayıp ülkeyi öne çıkaracak insan gücünü oluşturması, rekabet için gereken demokratik ve özgür iklimi yaratmasının bu tabloyla asla mümkün olamayacağını da...