İşim ve ayrıca kişisel isteğimden dolayı dünyanın neredeyse tamamını gezdim. Bir çok ülke, bölge, şehir ve kutsal mekanı ise defalarca gezdim. Paris Elyesse Sarayı beni boğarken, insanlık değerlerinin süslediği yoksul kabil sokaklarında soluk aldım. Berlin'deki Dom Katedrali'nde ruhum kararırken, Gazze'nin elektriksiz mescitlerinde aydınlık dünyanın keyfini çıkardım.
Moskova'nın ten merkezli işret eğlencelerinden kaçıp Necef'teki İmam Ali'nin, Kerbela'daki Hazreti Hüseyin'in türbelerindeki eşsiz kalabalığın eğlencenin güzelliğin zirvesine atıyordum kendimi…
Avrupalı hırsız, katil Irz düşmanı beyaz adamın torunlarının kurduğu Mannhattan beton yığınlarıyla üstüme üstüme gelirken, Dakota'daki, Iowa'daki “Kızılderili” yerlilerin yoksul mahalleleri bana insan olduğumu hatırlatıyordu. Harlem'de, Chicago'nun arka sokaklarında sarıkla dolaşmanın hazzını zirvede yaşadım.
Amerikan Emperyalistlerinin, Ninova, Diyala, Telafer'deki katliamlarından kaçıp Hewler(Erbil)'de nefes alıyordum.
Ankara'nın beton yığınlarından kaçıp Botan Deresi'ne, Şemzinan'a, Cizre'ye, Samsat'a, Bazid(Doğubeyazıt)'in tepesinde şehri manevi varlığı ile koruyan Şeyh Ahmede Xani'nin türbesine atıyordum kendimi.
Beton yığınına hapsedilen Trabzon'dan kurtulmak için Sümela'ya attım kendimi.