Niye 15 Temmuz bizi böylesine birleştirdi, niye o gün hain
darbecilere karşı, sonumuzu düşünmeden, öfkeyle ve hınçla kendimizi
yollara attık, şehitler, gaziler verdik?” Sorunun öneminin herkes
farkında; araştırmalar, anketler yapılıyor. Cevaplar, tahmin
edeceğimiz gibi: “Vatan, millet için”, “din için”, “devlet için,
bayrak için”, “demokrasi için”, “Cumhuriyet için”, “Reis için”…
Bazı ifadeler ve yorumlar ise doğrudan doğruya, 1960'lara kadar
gidiyor, harekete geçirici güç, Menderes'i darbecilerden
koruyamamanın suçluluk duygusu olarak ortaya konuyor. Bu soruya en
iyi cevap verme şekli, bizzat hayatın kendisinden, o gün
yaşananlardan yola çıkmak…
15 Temmuz'da, akşam yemeğinde dışarıdaydım. Eşim ve çocuklar
yazlıktaydı. Erken döndüm, evde yalnızdım. Yeni kitabımın taslağını
bilgisayarda gözden geçirirken, o kötü ünlü uçak seslerini duyup,
“Hayırdır, inşallah” dedim. Sosyal medyayı açtım; köprünün ayağına
gelen askerlerle ilgili mesajlar düşmeye başlamıştı. Önce “terör
saldırısı” yorumları baskındı (sanıyorum darbeci alçaklar da
soranlara böyle diyorlarmış). Çok geçmeden darbe olduğu netleşmeye,
televizyonların bağlandığı Başbakan'ın ve bazı bakanların “küçük
bir grubun kalkışması” mesajları dolaşıma girdi. Zaplamayı bırakıp,
TRT'de kalmaya karar verdim. Vermez olaydım, spikerin “keşke
yüreğime taş basaydım da okumasaydım” diye zorlandığı her halinden
belli olan bildiri okundu.
Evet, artık kesindi. “Yok, bu sefer o kadar kolay olmayacak, bu
milleti teslim alamayacaksınız” dedim. İçimde volkan gibi yükselen
öfke, en hâkim duygumdu. Milyonlarca insanın benim gibi düşündüğünü
hissederek, hemen sosyal medyadan “Sakin olalım, darbeci çeteye
karşı güçlerimizi birleştirelim, dayanışmaya ve mücadeleye hazır
olalım!” mesajını gönderdim (Galiba bu, darbeye karşı mücadele