Beşer ile insanı ayıran bir bakışa sahibim; kişisel
olgunlaşmayı, “beşerlikten insanlığa yükselme” diye tarif etmeye
çalışıyorum. Hepimiz, elimizde olmayan, bizim belirlemediğimiz
şartların, bir ailenin, bir toplumun, bir dilin, bir geleneğin, bir
tarihin içine doğuyoruz. Kişiliğimizin bir kısmı dâhil, birçok
özelliğimizin ebeveynimizden tevarüs eden bir genetik denetim
altında olması yetmiyormuş gibi, hamurumuza eğitimle şekil
veriliyor. Hür irademizle karar verebilir bir hale gelmemiz,
düşünce ve eylemlerimizin sonuçlarını, sorumluluğunu üstlenmemiz
çok daha sonra.
Benzer biyolojik özelliklere, donanım ve yazılım potansiyellerine
sahip olmamıza istinaden, hepimiz birer “beşer”iz. Bir canlı türü
olarak (filogenetik) memelilerin beşeriyet kolundanız... Diğer
canlılardan çok mühim bir farkımız var: Verili potansiyellerimizi,
karşılaştığımız imkân ve fırsatları cüzi irademizle harekete
geçirerek kendimizi ve çevremizi belli ölçüde değiştirmeye
yetkiliyiz. İrademiz sayesinde, kişiliğimizi olgunlaştırmaya, bize
yaraşır bir ilişkiler ağı, toplumsal düzen kurmaya çalışıyoruz.
İşte hür irademizle, kendimize açtığımız bu alan bizi beşer
olmamıza ilaveten insan, kendine özgü, şahsi bir varlık haline
getiriyor. Tamamen nevi şahsına münhasır (ontogenetik), benzersiz,
biricik bir varoluşa sahip oluyoruz.
Beşerlik zemininden insanlığa yükselirken irademizin yanı sıra
sadece bize özgü bir psişik yapı daha ortaya çıkıyor: Vicdan.
İrademiz ve vicdanımız, bizi insanlaştırıyor. “Allah'ın ahlakıyla
ahlaklanarak”, ahsen-i takvim üzere olan fıtri yapımıza mı
yöneleceğiz yoksa aşağıların aşağısına mı (esfel-i safilin)
yuvarlanacağız? İmtihanın sonucunu, irademiz ve vicdanımız
belirleyecek.
Psikolojimize böyle bakıyor, beşer olmaktan kaynaklanan, doğuştan
getirdiğimiz ve verili bulduğumuz özelliklerimizi “maddi”, insan
olarak irademizle açtığımız alanı “manevi” imkân ve
potansiyellerimiz olarak görüyordum. Fiziksel niteliklerimiz, güç,
güzellik, zekâ, ailemiz ve toplumsal bağlarımızdan kaynaklanan
kudret gibi verili özellikler “maddi”; insanlığın bilim, sanat,
felsefe, siyaset ve inanç alanındaki bilgi ve tecrübe birikimini,
imbikten geçirip hür irademizle verdiğimiz kararlar “manevi”
özelliklerimizi meydana getiriyordu. Muhteşem romanlardan sonra,
yazdığı denemelerle düşünce dünyamızı renklendiren Ahmet Turgut
kardeşimin “Muhammedi Şuur ve Ahlak” kitabında benzer bir beşer ve
insan ayrımı olduğunu görünce heyecanlandım. İşte ondan
öğrendiklerim:
Kur'an'da yaklaşık 40 yerde “beşer”, 25 yerde “beni Adem” (adem
evladı) geçerken 330 yerde tekil veya çoğul (ins, enasi, ünas, nas)
olarak “insan” kelimesi yer alıyor. İnsana dair anlatımların dörtte
üçü “insanlar” şeklinde ifade edilmesi, insanın toplumsal
varlığının ne denli önemsendiğini gösteriyor. Ahmet Turgut'a göre
“beşer” sözcüğü derinin dış yüzü anlamıyla bağlantılı olup
türümüzün dışarıdan görülebilen özelliklerine işaret ediyor.
“İnsan” kelimesinin ise ilk manası “göz bebeği”… “Beşer “in görünen
varlık olmasına nazire yaparcasına “insan”, gören varlık; varlık
âlemini ve kalp gözüyle de Hakk'ın sıfatlarını müşahede edebiliyor.
Yaratılmışlar içinde şahitlik edebilecek yegâne varlık… İnsan,
ayrıca “tanıyıp yakınlaşma üzerine programlanmış sevgi varlığıdır”
yaratıldığı kan pıhtısı (alak) aynı zamanda sevgi vurgusuna da
(alaka) sahip. Kelime olarak “nisyan”la olan köken ilişkisi,
“insan”ın unutkanlık yanına karşılık geliyor. İnsan, nereden gelip
nereye gittiğini unutabilecek bir tabiatta ve hatırlatıcılara
muhtaç. Nisyan ehli olduğu için isyana da meyyal.