Müzik için Allah vergisi bir yetenek ya da çok çalışıp çabalamak gerekiyor. Her ikisi de kahir ekseriyetimizde bulunmuyor. Sıradan bir dinleyici olarak kalmakla iktifa ediyoruz.
Zamanımıza haksızlık etmek istemem, müziğin en yaygın biçimde icra edilip dinlendiği bir tarih diliminde yaşıyoruz. Zira “güzel sanatların en çok maruz kaldığımız, en az anladığımız, üretilmesi en zor, yayılması en kolay türü” o. Modern teknoloji, sesi paketleyip konservesi mümkün hale getirdikten sonra müziğin yaygınlaşması inanılmaz boyutlara ulaştı. Şüphesiz her dönemde müzik tercihinin ilk bakışta sınıfsal bir görünümü vardı. Avam ve havas, farklı zevklere sahiplerdi ama müzik ilk kez modernlikle birlikte “popüler” hale geldi. Popüler müzik, sanıldığı gibi halk müziği değil, kapitalizmle, küreselleşmeyle, tüketim toplumu olmakla yakından bağlantılı. Dünyanın her yerinde şeyleşmiş, kim ne derse desin artık “sanatsal” olmaktan uzaklaşmış, insana yabancılaşmış, hatırlamaya ve derinleşmeye değil, unutmaya ve sığ kalmaya hizmet eden, eğlence ve boşluk doldurmaya yarayan, kültür endüstrisinin, kitle zihniyetinin, ideoloji inşasının bir aracı, popüler müzik. Kesinlikle tarihin hiçbir zamanında hiçbir müzik türü bu kadar çok sayıda insan tarafından dinlenmedi. “Dinlenme” dediğime bakmayın, sözün gelişi öyle diyorum. “İnsanlar, müzik denen şeye böylesine maruz kalmadı” demek daha doğru.
“Popüler müzik yavaş yavaş ‘dinlenen’ bir şey olmaktan çıkıyor. Duyuluyor, işitiliyor, kulağa çarpıyor. En fazla eşlikçi bir ritim veya tanıdık bir nakarat olarak ilgimizi çekiyor. Sonra şarkılar bir yana biz başka yöne doğru yollarımıza devam ediyor gibiyiz. Dinlemek, başka bir şey. Seslerin kulağa çarpmasından seslere dikkatle kulak vermeye geçiş. Seslerin ‘belirtiler’ olmaktan çıkıp anlamlar haline gelişi... Budur, dinlemek. İnsan, dinler. Dinledikçe içine doğru derinleşir.” Haşmet Babaoğlu’nun 8 Aralık 2018 tarihli Sabah gazetesindeki köşesindeki bu sözleri, aslında popüler müziği dinlemekten başka bir şey yaptığımızı çok güzel ifade ediyor.
Biz, Cumhuriyetin ilk yıllarında, insanımıza “musiki” yerine “müzik” dedirterek, kendi müziğimizi yasaklayarak neyi murat ettik, hiçbir zaman anlayamadım. Ama kadim müzik anlayışından bu sayede çok daha kolay uzaklaşmış olduğumuzdan, şarkılarımızla, türkülerimizle çok daha nitelikli biçimde direnebileceğimiz popüler müziğe kulaklarımızı sonuna kadar açtığımızdan eminim. O kadim müzik anlayışı ki, ritim, ahenk ve estetiğe dayanıyordu. Varlığın sesi ve terennümüyle, insanın kozmik ahenge katılma arzusuyla izah ediliyordu. O yüzden Ahmet Hamdi’nin müziğimize “iç âlem medeniyetimiz”, “ruh saltanatımız” diyordu. O müziğin artık bize
zamanın kokusunu, tabiatın ahenkli sesini ve güzelliğini hissettirmeyen, tarihle, mekânla bağı kopmuş, melodinin anlamını boşaltmış popüler müzikle hiçbir benzerliği yoktu.
Büyük şairimiz Cahit Koytak’ın “Cazın Irmakları” (Timaş Yayınları) adında müthiş bir kitabı var. (Bu kitapla ilgili Rasim abi de vakti zamanında hoş bir yazı yazmış. https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasimozdenoren/cazin-irmaklari-ya-da-ritim-ve-melodi-36033) Bu kitaptan yola çıkarak Cevat Akkanat’ın sorduğu soruya şöyle cevap veriyor Cahit abi: “Caz her sesin uygun ritimlerle bütüne katılabileceği, yani ezgiye katılabileceği kadar kucağı sıcak olan bir sanat. Yani bir esneme sesini de bir çığlığı da bir öksürmeyi de dışarıdan gelen bir araba korna sesini de bir şimşek, gök gürlemesini de yağmuru da hepsini ezginin bünyesinde taşıdığı ritmik yapıya uyarlanabilirse içine alabilecek, ses olarak kullanabilecek, çalgı olarak kullanılabilecek bir sanat... Yani Allah’ın bu evrende bize yaşattığı olaylar içinde kullandığı ses unsurlarıyla müthiş bir uyum ve müthiş bir ezgi var cazda. Biz onu her zaman algılamayabiliriz. Bütünü kavrayan bir müzik algımız olmayabilir. Fakat eminim, şiddetle eminim bir ezgi yaratıyor o seslerle de ve o seslerin bir bütünlüğü var… Ben bu kitapta hem cazdan yola çıkarak Allah’ın yaratış süreçlerine, o süreçleri bize taşıyan duygulara götürmek istiyorum şiir okuyucusunu. Hem de Allah’ın doğaçlamalarından kalkarak somut bildiğimiz nesnel caz müziğine getirmek istiyorum. Mecaz içinde mecaz... O akış ve biz hepimiz öyle kocaman ırmağın içinde akıp gidiyoruz, bir caz doğaçlaması içinde akıp gidiyoruz, ona doğru.” (https://cevatakkanat.blogspot.com/2018/12/cahit-koytak-sair-olarak-biz-onun.html)