“12 Eylül” diye bilinen meşum zamanlarda, sağ-sol çatışması içinde gençliğini yaşamış kayıp bir kuşaktan geliyorum. Tam bir safdillik ve vatanseverlikle siyasetle ilgilenmenin bazı hoşlukları dışında gençlerimize “bizim zamanımızda...” diye başlayan güzel hiçbir cümlem yok. Nasıl olsun, ne darbeci alçakların planlarını anlayabildik, ne milletimizin değerini bilebildik, acımasızca kıydık birbirimize. Bakmayın onları zaman zaman sert biçimde eleştirdiğime, aslında şimdiki gençleri daha çok beğeniyor, onlara kızmaktan daha çok, imreniyorum. Gençlerimize daha iyi imkânlar hazırladığımız için kendimize de “aferin” diyorum. Demek ki çoğumuz yaşadığımız acı olaylardan, kardeş kavgasından çok şeyler öğrenmiş, bunu çocuklarımıza nakletmemişiz. Ama daha yapacak çok işimiz, süren ve yenileri ilave olan epey derdimiz var.
Fark etmişsinizdir, gençlik sorunlarını hep yetişkin sorunu olarak görmeye yatkınım. Hala bizi kardeş kavgasına teşvik eden, kışkırtan, birbirimize kırdırtan 12 Eylülcülere, devrin zalimlerine çok öfkeliyim. Onlar bizim gençlik enerjimizi kendi çıkarları için heder etmeselerdi, ülke olarak çok daha iyi durumda olabilirdik. O yüzden yetişkinlerin, yöneticilerin gençleri anlamaları, onlara şefkatli davranmaları gerekiyor.
Sadece gençlerimiz değil hepimiz bir yanda modernlik diğer yanda kültürel ve dini değerlerin arasında yönümüzü bulmaya çalışıyoruz. Elbette problemler olacak. Önemli olan, bu problemleri nasıl ele aldığımız, nasıl baş etmeye çalıştığımız... Son zamanlarda bu problemlere bir de teknomedyatik dünyada yaşamanın gençler üzerindeki olumsuz etkileri eklendi. Bunlar, henüz kaynaklandığı Batı toplumları kadar tehlikeli boyutlarda değil ama bizde de var ve sürecin yönü ne yazık ki onlara benzemeye doğru ilerliyor. Hepsini ayrıntılı biçimde düşünmeli, sorunlara çözümler bulmalıyız.
Gençlerimizin sıkıntılar, zorluklar karşısında uyuşturucuya, alkole başvurmanın yol açtığı dertler, menfaatperestlik ve kimseyi hakir görmeme ve teknomedyatik dünyanın komplikasyonları konusunda bizim uyarılarımıza ihtiyaçları var. Bir de artık gençlerin duygusal problemleri konusunda kafamızı kuma gömmekten vazgeçmemiz lazım. Birçoğumuzun olduğu gibi benim annem babam da 16-17 yaşlarında evlenmişler. Şimdi eğitim ve meslek edinme yaşının uzamasıyla evlilik yaşı da ister istemez otuz yaş sonrasına sarkmaya başladı. Ama bir yandan da gençlerin en çok duygusal etkileşim ve sorun yaşadığı dönem, 15-30 yaş arası... Genç, yetişkin hepimiz, başımızı iki elimizin eline alıp bunlara çare üretmeliyiz.
Kanaatimce aileden, cemiyete, toplum organizasyonlarından siyasete ve devlete gençlerle ilgilenen herkesin ikili bir formüle göre hareket etmesi elzem. Bunlardan birincisi özerklik, diğeri ise örneklik... Özerklikten kastım, gençlere güvenmek ve onların kendi sorunlarını kendilerinin görüp çözmesi için fırsat hazırlamak... Gençleri yapacakları işlerde özgür bırakmak, sadece uzaktan kollamak, yardıma, rehbere ihtiyaçları olduğunda hazır ve nazır bulunmak... Örneklik ise, emir ve komuta etmekten, mütemadiyen tavsiyelerde bulunmaktan ziyade, gençlere göre biraz daha hayatta ustalaşmış kimseler olarak onların önünde hal ve hareketlerimizle canlı bir misal teşkil edebilmek...
Düşünebiliyor musunuz bir evde yetişkinlerden hiçbiri kitap okumuyor, hep televizyon karşısında vakit öldürüyor ama çocuklara, gençlere hep dersleriyle ilgilenmesi, iyi insan olması için nasihat ediliyor, disiplin programları uygulanmaya kalkılıyor. Bu, onlara kötülük etmektir aslında.