Gündelik hayat sırasında, toplumsal ilişkilerimizde gördüğümüz kaba sabalıklar hepimizi canımızdan bezdiriyor, inancımız ve medeniyet mirasımız adına utanıyoruz. “Bizim inancımız, başkalarına böyle davranmayı men ediyor.” “Atalarımız, medeniyetimizin sadece güçlü koruyucusu, zırhı değil aynı zamanda nezaket timsaliydiler” diye haykırmak istiyoruz ama nafile… Birbirimize karşı sergilediğimiz kaba sabalıklar ve nedenleri üzerine birçok söz söylenebilir lakin bunların her birini uzun uzadıya ele almak yerine genel olarak bahsetmek sanıyorum daha nazik bir tutum olacak…
“Nezaket” kelimesi de tıpkı “medeniyet” gibi Osmanlıca. Farsça “nazik” kelimesinden Arapça sarf kuralına göre türetilmiş; oysa “zarif” de “zarafet” de Arapça ve aynı şekilde dilimize geçmiş. Demek ki “zarafet” ile yetinmeyip bir de “nezaket”i dilimize ilave etmiş atalarımız. Ne de güzel etmişler… Ahlaka da ve edebe de çok önem veren, bunları inancımızın ve toplumsal hayatın bir gereği olarak gören bir medeniyetin mirasçısı olduğumuzu bize hatırlatmak istemişler.
Gelenek ve görenek, insan ilişkilerinde nerede, nasıl davranmamız gerektiğinin çerçevesini çizer ve hayatımızda kendini göstermesi değerlerden önce gelir. Zira bir gelenek ve görenek manzumesinin içine doğarız. Çocuk yetiştirme pratikleri sırasında gelenek ve görenek, yeni nesillere öğretilmeye çalışılır. Çocuk, aynı zamanda kişilik olgunlaşmasına yardım eden bir çevrede büyüyorsa bu kuralları, değer olarak iç-dünyasına katar yani içselleştirir. Eğer bu süreç başarılamazsa yani kurallar değer olarak içselleştirilemeden kalırsa, bir süre alışkanlıktan öyle davranılır ama her fırsatta “olmamışlık”, çiğlik kendini dışa vurur; samimi olmayan, “-mış gibi yapılan” her davranış sırıtır, gösterişten yapıldığı belli olur.
Çocukları yetiştirmek için bir besleyici sevgi fideliği şarttır ama tek başına yetmez, yalnızca sevgi, çocukları seven ve sevilen birisi bile yapamaz. Çocuk yetiştirirken sevginin yanı sıra ustaca bir terbiye lazımdır. Terbiye, gelenek ve göreneğin öğretilmesi, içselleştirilerek değer haline dönüştürülmeye çalışılması demektir. Bu nedenle terbiyeye, “değerler eğitimi” de diyebilirsiniz. Terbiye, tıpkı dil eğitimi gibi, örnek olarak, söyleyerek, yaparak ve düzelterek verilir. Terbiyenin, değerler eğitiminin vazgeçilmez unsurlarından birisi de nezakettir.
Nezaketin de mutlaka öğretilmesi, bunun için de en başta çocuğa güzel örnek olunması gerekir. Zira nezaket, hemen hemen tüm erdemlerin dolayısıyla ahlakın kökeninde var ama bir yandan da diğer erdemler olmadan tek başına pek bir anlam ifade etmiyor. “Hakaretimiz nezaket”ten de “dalkavukça ve kölece nezaket”ten de söz edilebiliyor. Son derece nazik bir insan ille de iyiliksever, saygılı, mütevazı, yiğit ve adil olacak diye bir kural yok. Nezaket, Nazilerin Beethoven çalarken çocuk katletmeleri gibi zaten kötü olan bir şeyi iyice berbatlaştırabiliyor. Bu nedenle diğer erdemlerle donanmış ancak eğitimsizliği nedeniyle nispeten kaba kalmış bir insan her zaman eğitimli kibar ahlaksızlardan evladır. Cahil birisi, birazcık çabayla nezaket ehli haline gelebilir ama ahlaksız bir kimse kolay kolay iflah olmaz.
Bunlar elbette nezaket meselesinin teferruatı. Aslolan, nezaketin insan ilişkilerine müspet yönde katkıda bulunan erdemli bir tutum oluşu. Ama bunun yanı sıra ve belki de daha önemlisi, bir kültürün medeniyet düzeyine yükselebilmesi için davranışların incelmesi, zarifleşmesi gerekiyor. Daha sonra hakkında uzunca yazmayı düşündüğümüz “Barbar, Modern, Medeni” kitabında kardeşim İbrahim Kalın, medeniyeti “adab-ı muaşeretten şehir hayatına, mimariden hukuka, davranış biçimlerinden müziğe, sanat ve zanaatten mutfak kültürüne kadar her alana dokunan” diye tanımlarken öylesine haklı ki... Dikkatle bakıldığında, medeniyeti oluşturan her öğenin nezaketle dokunan bir kumaş olduğu görülecektir.