Yabancılaşmanın ne olduğunu açıklamak için birçok görüş öne sürüldü ama kabul etmek gerekir ki, üzerinde en çok çalışılanı Karl Marx'ınki oldu. Marx, yabancılaşmanın yaşanılan toplum düzeniyle bağına işaret ettikten sonra, konu, birçok izleyicisi tarafından ele alındı.
“Ne yazık ki bizimki kadar çok yöntemle mistifiye edilmiş, mesajlarla ve bilgiyle, pek çok mistifikasyon aracılığıyla doyurulmuş bir toplum asla var olmamıştır. Her şey şeffaf olsaydı, hiçbir ideoloji, hiçbir hâkimiyet mümkün olmazdı.” Bu sözlerin sahibi Fredric Jameson gibi düşünenler, daha ziyade insanların iktidarlar tarafından nasıl yabancılaşarak ikna edildiğine kafa yordu. Guy Debbord ise, daha ziyade yabancılaşma ile toplumdaki gösteri biçimleri arasındaki ilişkiye odaklandı. Tüketim esaslı hayatın, ülke ve ideoloji farkına bakmaksızın dünyayı tek bir Pazar haline getirmeye doğru ilerlediğini söyledi. Walter Benjamin, teknolojik gelişmenin doğal sonucu olarak metaların kitlesel üretimiyle insan ilişkilerinin “şeyleşmesi” arasındaki bağa dikkat çekti. Böyle giderse tüm geleneklerin ortadan kalkarak, hayatın her yerde benzer bir hal alacağını, imgelerin bile metalaşacağı tespitini yaptı.