Geçenlerde sosyal medya akışında gördüğüm bir sözü beğendim ve başkaları da görsün istedim, paylaştım: “Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz.” Aslında sözün sahibi, pek de hazzetmediğim Bertrand Russell olduğu için içime sinmemişti. Bir saat kadar düşündükten sonra, paylaşımımın altına şu cümleleri yazmak zorunda hissetim kendimi: “Bu söz yanlış anlamaya çok müsait, şiddete meyyal fanatiklerin aslında cahiller olduğu sonucuna ulaştırabilir insanları... Oysa 'bilme' ve 'bilgi' ile neyi kastettiğimizi enine boyuna tartışmadan böyle bir sonuca varmak doğru değil. Bilmek, bazen sadece görünüşte kalır; kimileri diplomalıdır ama zırcahildir aslında. Bazısı da bilmez görünür ya da bilse de diplomayla ispat ya da ifade edemez. 'Pratik bilgelik' diyebileceğimiz 'basiret'i gözden kaçıracak biçimde bir bilgi vurgusuyla mesele çözülmek yerine daha karmaşık hale gelir. Bazı insan, ansiklopedik bilgisi olmasa da, dile getiremese de hayattan öğrendiği pek çok kıymetli bilgiye sahiptir. Uzun lafın kısası, şiddetin önlenmesinde, zahiri bilgi değil de sahih değer üretebilen 'hayat bilgisi'dir önemli olan.”
Ve son cümle olarak, “Ben en iyisi bu karışık mevzuu, bir uzun yazıda ele alayım” dedim. Sözümü yerine getiriyorum.
Russell'ın sözünün ilk planda doğru bir izlenim vermesinin nedeni, cahil, cehalet ve cahiliye ile ilgili olumsuz belleğimiz. Arap toplumunun İslam öncesi dönemine cahiliye deniyor. Kur'an'da ve Hadislerde, İslam öncesi Arap toplumunun bilgisizlik hali cahiliye olarak anlatılıyor. Kur'an ve Hz. Muhammed (sav) ise bilgiyi ve aydınlanmayı temsil ediyor. Buraya kadar tamam ama bilginin niteliği sorununu çözüme kavuşturmadan, “hangi bilgi, nasıl bilme?” diye sormadan bu kutlu yaklaşımı anlayabilmemiz hala mümkün görünmüyor.
İslam'ın simgelediği bilgi ve aydınlanma, ansiklopedik bilgiden ziyade ahlaki olgunluk ve inceliğe karşılık geliyor. Kur'an'da “cahiliye” teriminin geçtiği ayetlerde bu husus çok barizdir. Bakalım: “Onlar, Allah hakkında cahiliye zihniyetini yansıtan, gerçeğe aykırı bir düşünce taşıyorlar” (Al-i İmran/154). “Yoksa onlar, cahillik dönemindeki yasaları mı arıyorlar?” (Maide/50). “O zaman, inkâr edenler, kalplerine öfkeli soy koruyuculuğunu, o cahiliye taassubunu yerleştirdiler” (Fetih/26). “Eski cahiliyenin süs ve edası ile süslenip kendinizi teşhir etmeyin” (Ahzab/ 33)... Veda Hutbesi'ndeki “Biliniz ki cahiliye işlerinden olan her şeyi ayaklarımın altına almış bulunuyorum” sözü ise, bu anlamı perçinler. Yani İslam'da cahiliyenin karşısına yerleştirilen bilgi ve bilme ile kast edilen, esasen, yüzeysel ansiklopedik bilgi değil, felsefede pratik bilgelik, basiret (phronesis; prudentia) olarak kavramlaştırılan düşünme ve eylemlerimizdir. Bu nedenle ahlak ve siyaset, pratik felsefe içinde mütalaa edilir. Bu açıklamadan sonra, cahillik ve cehaletin ne olduğuyla devam edelim.
Furkan Suresi, 63. ayeti, cahiller karşısında nasıl davranmamız gerektiğini söylüyor: “Rahman'ın kulları, yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler. Cahiller kendilerine laf attıklarında ise 'Selam!' deyip geçerler.” İmam Gazali'nin “Cahillerle tartışmaya girmeyin, zira ben hiç yenemedim!” diye bilinen ünlü sözü, bize bir kez daha bu ayeti hatırlatır, cahillerle karşılaştığımızda ne yapmamız gerektiğini zihnimize kazır. Sorgulamayı sürdürelim…