Cizre'de yaşananlar, geçen haftanın temel gündemiydi. Bir hafta boyunca süren sokağa çıkma yasağı nedeniyle tam olarak ne yaşandığını bilme imkânımız yoktu. Günlerdir süren terör dalgası ve örgütün belli ölçülerde alan hâkimiyeti sağladığı, öz-yönetim ilan ettiği ve sözüm ona kendi savunma güçlerini güvenlik güçlerine karşı devreye soktuğunu iddia ettiği yerlerde yapılanlar, yapılmak istenenler, nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuza dair bir fikir veriyordu. Dağlıca'da askerlerimizin, Iğdır'da polisimizin menfur saldırılara uğraması neticesi 30 şehit vermemiz de aynı sürecin içinde yer almıştı. Cizre'de ne olup bitenlere, daha doğrusu neler olup biteceğine tüm ülkeyi sarmış olan acı ve teröre karşı yükselen öfkenin atmosferinde kulak kesildik. Terörü protesto gösterileri yer yer Kürt düşmanlığına ve vandallığa dönüşmesine rağmen genel sükûneti bozmadı. Ortaya çıkabilecek olumsuzluklara karşı toplumun büyük çoğunluğunun teyakkuzda olması, oluşturulmak istenen Kürt düşmanlığına ve vandallığa prim vermemesi ve yatıştırıcı bir rolü benimsemesi dikkatlerden kaçmadı. Toplumumuzun defalarca kanıtlanmış, basiret ve feraset hanesine yeni bir kayıt olarak ilave oldu. Örgütün denetimindeki, Avrupa'dan yayın yapan bir televizyona canlı yayında bağlanan ve ağlayarak yardım isteyen kişinin söyledikleri ve İçişleri Bakanı'nın açıklaması eldeki en net bilgiydi.